Menopozdan Sonra Ortaya Çıkan Bedensel Değişiklikler
Menopoz Etkileri: Karın bölgesi
Yumurtalıkların ürettiği başlıca hormon östrojendir; bu dönemde karşılaşılan sorunların çoğunu yaratan neden, östrojen kaybı nedeniyle yumurtalıkların aksamaya başlamasıdır. Bu hormonun salgılanması giderek azaldıkça, bedendeki pek çok dokuda aşınma ya da incelme görülür. Bu değişiklikler en belirgin biçimde (göbekten baldırların başladığı yere kadar uzanan) karın bölgesindeki yumuşak dokularda görülür; en çarpıcı değişiklikler cinsel (jenital) organlarda, doğum kanalı içi ve çevresinde, başka deyişle vajina'da yoğunlaşır. Labia majora ve labia minora (vajina ağzını örten dudaklar) şişkinliklerini bir ölçüde yitirir ve bu bölgenin dış kısmını kaplayan deri (vulva) normal östrojen düzeyinin bulunduğu zamanki durumuyla karşılaştırıldığında, birkaç hücrelik bir inceliğe kadar aşınır. Vulva derisinin altında bulunan yağ tabakası yok olur ve bu bölgeyi örten kıllar seyrekleşir.
Östrojen yetersizliği, vajina çeperlerinin incelmesine, kurulaşmasına ve düzleşmesine neden olur; bunun sonucu olarak cinsel ilişkiyi zorlaştıran, ağrılı bir duruma getiren atrofik vajinitis durumu ortaya çıkar. Menopozdan önce vajina, normalde, bebeğin geçişine izin verecek ölçüde açılabilecek esnekliktedir; ama menopozdan sonra bu esneklik kaybolur. Bu durum, cinsel ilişkinin yaratabileceği başka bazı güçlükleri daha da ağırlaştırır; uzun yıllar cinsel ilişkide bulunmama nedeniyle vajina daralmışsa, bu tablo daha da ağır bir biçimde ortaya çıkar. Mümkün olduğu kadar sık aralıklarla, fazla rahatsızlığa yol açmadan, zorlamadan yapılacak temaslar, vajinanın eski esnekliğine yeniden yaklaşmasına yardımcı olacaktır; bununla birlikte, östrojen tedavisi ya da östrojenli kremlerin kullanılması büyük rahatlık sağlayabilir.
Vajina çeperleri, çoğu zaman koruyucu asit salgılarıyla kaplıdır; ne var ki menopozdan sonra bu koruyucu asit örtüsü yok olur; vajina enfeksiyonlara karşı korumasız kalır; vajinayı kaplayan deri bütünüyle kızararak kaşıntılı bir durum alır; böyle bir durumla karşılaşıldığında doktora başvurmak gerekir. Yaşamın bu döneminde, doğum yolunda meydana gelen değişiklikler nedeniyle, kullanılmakta olan diyaframın boyutlarının da değiştirilmesi gerekebilir. Serviks (rahim boynu) ve rahim küçülür; rahmin içini kaplayan endometriyum da neredeyse yok olur. Karın altında (alt pelviste) bulunan kasların sertliği azalır; rahmi tutan bağlar ve destekler güçlerini yitirir; bu nedenle rahim, aşağıya doğru düşebilir prolapsi Doğum yapan kadınlar, doğumdan sonra kaslarını güçlendirmek için jimnastik yapmışlarsa, bu durumun ortaya çıkma olasılığı azalır.
Karın bölgesinde yer alan bu doku incelmesi, idrar torbası ve idrar yolunun iç çeperlerini de etkileyen bir dizi belirtinin (sendrom'un) ortaya çıkmasına yol açar; bunlar arasında, idrarı tutmakta güçlük çekme, sık sık idrara çıkma isteği ve bütünüyle boşaldıktan sonra bile idrar torbasında hâlâ idrar bulunduğu duygusu gibi rahatsızlıkları sayabiliriz.
Kadın Menopoz Etkileri: Kemikler
Yumurtalıkların artık çalışmamasının yarattığı önemli ve uzun vadeli sorunlardan biri de osteoporosis'tir: Bu, östrojen yetersizliğinin kemiklerden yılda yüzde bir oranında kalsiyum kaybına neden olması durumudur. Kemikler incelir, gevrekleşir ve daha kolay kırılabilir bir duruma gelir. Özellikle 50 yaşından sonra erkeklere göre kadınlarda - özellikle de kalça, bilek ve omurlarda (omurgayı oluşturan tek tek kemiklerde) - kırıkların daha sık görülmesi bu nedenledir. Hareketsizlik ve yatağa bağlı kalma kemiklerde kalsiyum aşınmasına yol açar, bundan dolayı kadınların, kemiklerini sağlıklı tutabilmek için olabildiğince ileri yaşlara kadar hareketliliklerini sürdürmeleri önem taşır. Kırıklar küçük çocuklarda, önemli sakatlıklara yol açmadan çabucak iyileşebilir; oysa yaşlanmış bir kadında kemik kırılması büyük sorunlar yaratabilir. Küçük bir düşmenin ardından gelen kalça kemiği kırılması, daha da ciddi durumlara yol açabilir.
Erkeklerde ve kadınlarda bilek kemiğinin kırılması sıklığı, östrojen düzeylerindeki düşme nedeniyle osteoporosis'in artmasından dolayı, kadınlarda bilek kemiği kırıkları ve başka tür kırıklara daha çok rastlanır.
Diğer hormon değişiklikleri
Yumurtalıklarda östrojen üretimi azaldıkça, beynin alt kısmında bulunan tükrük bezi'nde hormon üretimi artar. Basit bir kan testi yapılarak bu hormonların, özellikle de folikül uyarıcı hormonun (FUH) düzeyinde yükselme olduğu saptanabilir ve böylece menopoz teşhis edilmiş olur. Bununla birlikte bu tür bir teste çoğunlukla gerek duyulmaz; çünkü ateş basmaları, gece terlemeleri, vajina kuruluğu ve kaşıntıların artması gibi durumlar, bu teşhisin kolaylıkla konmasını sağlar. Gene de, erken menopoza giren kadınlarda menopoz teşhisinin konması gerektiği durumlarda bu laboratuvar testine başvurulabilir.
Östrojen düzeyleri, menopozla birlikte sıfıra inmez; çünkü böbreklerin üstünde bulunan böbrek üstü bezleri bu hormonları az ölçüde de olsa salgılar; ayrıca vücudun yağ dokularında östrojene dönüştürülebilen başka bir hormon daha bulunur. Aslında, kuramsal açıdan bakıldığında, çok şişman kadınların menopozu hafif atlatması gerekir; çünkü yağ dokularında daha fazla östrojen üretimi olacağından, onların östrojen düzeyleri daha yüksek kalır. Yumurtalıklarda ayrıca erkeklik hormonu testosteron da üretilir; bu hormonun üretimi, daha düşük bir düzeyde de olsa, menopozdan sonra da sürdürülür.
22 Ekim 2010 Cuma
Menopoz Belirtileri Sebepleri Menopoza
Kadınlarda Menopozun Belirtileri, Menopoz ve Adet Kesilmesi
Menopoz Başlangıcı, Menopoz Belirtileri ve adetten kesilmeyle ilgili belirtiler genellikle birbirine bağlı dört gruba ayrılır:
1. Kan damarlarında ortaya çıkan belirtiler
2. Ruhsal belirtiler
3. Cinsel belirtiler
4. Kaslarda ve eklemlerde görülen belirtiler
Bu belirtilerin ortaya çıkışı, yalnızca azalan östrojen miktarına göre değil, bu azalmanın hızına bağlı olarak da değişiklik gösterir. Genelde vücudumuz, yüksek ya da çok düşük östrojen düzeylerine olumsuz tepki göstermez; oysa bu aşırı durumların ikisi de sağlıklı sayılamaz; bununla birlikte, vücudumuz, bir aşırı uçtan öbürüne doğru yer alan ani değişikliklere, örneğin yumurtalıkların ameliyatla alınması durumunda bu hormonun artık salgılanamamasına, olumsuz tepki gösterir. Ani değişiklik durumunda, menopoz belirtileri birdenbire ve ağır olarak karşımıza çıkar.
Toplumsal ve kültürel durumumuz, bu doğal yaşlanma sürecinin belirtilerine katlanmamızı, bu önemli yaş döneminin getirdiği duygusal çalkantıları hafif ya da ağır olarak atlatmamızı etkileyecektir. Menopoz dönemini atlatmakta güçlük çekecek bir kadın tipi, örneğin, olaylı, belki kürtajlı geçen bir yaşamdan sonra, gebe kalmayı beklerken, birdenbire âdetten kesildiğini farkeden kadındır. Böyle bir kadın için menopozu, 'doğurganlıktan artık kurtulmanın getireceği rahatlatıcı bir dönem olarak kabul etmenin ne denli güç olacağı ortadadır.
Uzmanlar, adetten kesilme sendromu'nu oluşturan bedensel belirtilerin neler olduğu konusunda tam bir görüş birliğine varmış değillerdir; ne var ki klinik deneylerde tekrar tekrar kesinliği kanıtlanan belirtiler ateş basması, gece terlemeleri, vajina kuruluğu ve ağrılı cinsel birleşmedir. Östrojen azalmasının getirdiği diğer belirtileri, yaşlanmadan ve orta yaşlı kadınların evle ilgili olarak yaşadıkları ruhsal ve toplumsal sorunlardan ayırmak çok daha güçtür. 'Yuvanın boşalması' sendromu çok belirgin bir biçimde gözlenebilir.
Bu sendromda, örneğin 50 yaşlarında bir kadın, çocuklarının artık birer birer yuvadan uçup ayrıldıklarını, kendisine gereksinme duymadıklarını görür: 20 yaşındaki beklentilerine artık hiç ulaşamayacağını gören kocada, işinde başarılı olabilmek için belki son çabalarını harcamaktadır. Gene aynı koca, genç kadınlara fazlaca ilgi duymaya başlamış olabilir; çünkü onun da yıpranmakta olan benlik duygusunu genç kadınların ilgisini çekerek yeniden güçlendirmeye gereksinmesi vardır. Bu arada, karısı evde yapayalnız kalmıştır; bazen vaktini geçirmek için cicili bicili dergileri okumaktan başka yapacak bir şey bulamaz; genç kız ve kadın resimleriyle dolu bu dergiler de ona, toplumdaki genelde geçer ölçülere göre, saçları ağaran, göğüsleri küçülen ve beli kalınlaşan bir kadının, yumurtalıkları gibi, artık işe yaramaz biri olduğunu hatırlatmaktan başka bir işe yaramaz. Pek çok kadının, bu dönemde, kendi kendilerine başa çıkamadıkları bu sorunlara, bir ad bulabilmek için tıptan medet ummalarına şaşmamak gerekir.
2003'de bir çok Avrupa ülkesinde 45 ila 55yaşlarında 2000 kadın arasında bir anket yapılmıştır. Bu ankete göre en sık olarak rastlanan belirtiler şunlardır:
Ateş basması % 55
Baş dönmesi % 46
Yorgunluk % 43
Sinirlilik % 41
Terleme % 39
Baş ağrıları % 33
Uykusuzluk % 32
Depresyon % 30
Gerginlik % 29
Eklem ve kas ağrıları % 25
Çarpıntı % 24
Karıncalanma % 22
Araştırmacıların bulgularına göre, hastaları en çok endişelendiren belirtiler depresyon, cinsel sorunlar, bellek aksaması'dır ve bu, çok ilginç bir tablo yaratmaktadır; çünkü hastaların ancak yüzde 30'unda depresyona rastlanmış, cinsellikle ve bellekle ilgili sorunlar genel belirtilerin arasına bile girmemiştir. Daha sonra kanıtlandığı gibi, bu hastalarda yokmuş gibi görünen bazı belirtiler örneğin yorgunluk, baş ağrıları, gerginlik ve depresyon - aslında âdetin kesilmesinden önceki iki yıl içinde çok daha ağır biçimde ortaya çıkmış, oysa ateş basması, terleme ve vajina kuruluğu âdetten kesilmeden hemen sonra belirginleşmiştir. Bu demektir ki, menopoza yaklaşan ama, âdet kanamaları sürmekte olan kadınlar, daha büyük bir sarsıntı içindedirler; çünkü onları rahatsız eden bu belirtiler, bu dönemde henüz yavaş yavaş düşmekte olan östrojen düzeyine bağlı olarak yorumlanmamaktadır. Östrojen düzeylerinin düşmesi, âdetin kesilmesinden önce başlamakta ve fark edildiğinde kolaylıkla tedavi edilebilmektedir.
Orta yaşın kadınlar için çok zor bir dönem olduğu gözden uzak tutulmamalıdır; menopozun anlaşılmasında ve tedavisinde en önemli ön koşul, yaşlanmanın, evle ilgili sorunların, meslek yaşamında karşılaşılan duyumsuzlukların getirdiği streslerle östrojen azalmasının yarattığı gerçek belirtiler arasındaki ayrımın belirlenebilmesidir; östrojen azalması, azalan hormonun yerine konmasından oluşan hormon tedavisiyle kolayca giderilebilir. Oysa kişilik sorunları ve yaşlanmanın getirdiği sorunların östrojenle tedaviye çalışılması ister istemez başarısızlıkla sonuçlanacak bir çabadır.
Kan damarlarında ortaya çıkan belirtiler
Kan damarlarında ortaya çıkan tipik belirtiler, ateş basması ve gece terlemeleridir; bunların nedeni, henüz tam olarak bilinememektedir. Ateş basması, herkeste ayrı biçimde görülür, bazı kadınlar, yalnızca ellerinde bir yanma hissederler; bazıları bütün vücutlarını saran bir sıcaklık duyarlar; bazılarının yüzleri kıpkırmızı kesilir ve kırmızılık bazen göğüslerine kadar yayılır; bazı kadınlardaysa sıcaklık basması ayaklardan başlar, bütün vücuda yayılarak tepelerine kadar ulaşır. Bazı kadınların avuç içleri ve boyunları terden nemlenir; bazıları geceleri çarşafları ve geceliklerini ıslatacak ölçüde terlerler. Sonuçta uykusuzluk baş gösterir; önce her şey aşırı sıcak gelir (yorganlar atılır, pencereler açılır); sonra üşüme hissedilir (ek battaniyeler örtülür, pencereler kapanır); gece böyle rahatsız bir biçimde geçirilince, sabahleyin bitkinlik duygusuyla uyanılır.
Ruhsal belirtiler
Menopoz, çoğu zaman pek çok ve çeşitli ruhsal belirtiyle birlikte kendini gösterir. Kadınlar, enerjilerini ve isteklerini yitirdiklerini fark ederler; dikkatlerini bir şey üzerinde toplayamazlar; bir işte çalışmakta olan kadınlar da işlerini iyi yapamadıklarını görürler. Daha yalın bir örnekle anlatacak olursak, örneğin bir yığın bulaşıkla karşılaştığında kadın, bunun altından kalkacak gücü kendinde bulamaz; oysa aynı iş onun için daha önceleri hiçbir sorun yaratmamış, bir çırpıda hallediliverecek bir iş olmuştur hep. İş yerinde herkesin ortasında ateş basmasından, terlemekten utanırlar; ne denli gerçek dışı olursa olsun, işlerini başaramadıkları duygusuna kapılarak üzülürler. Menopoz geçiren kadınlar kendilerini çok gergin ve saldırganlık dolu hissederler; aile içindeki üyelerin onlara karşı gerçek duyguları ne olursa olsun, menopoz geçiren kadın, çok küçük nedenlerle sabırlı kocasına ve çocuklarına karşı nefret duygularıyla davranabilir. Bundan başka, menopoz geçirmekte olmasa da, bu ruhsal belirtilerin çoğu, orta yaşa girmekte olan kadınlarda, bu yaşın birlikte getirdiği kendini yeniden değerlendirme, kendinden kuşkulanma gibi tutumlardan da kaynaklanıyor olabilir.
Özellikle menopoz geçirmekte olan kadınlarda 'sinirsel bitkinlik' durumundan yakınmalara çok rastlanır; kadınlar, çoğu zaman aniden endişeye kapıldıklarını anlatırlar - bunlar, işe giderken birdenbire yolda kalakalmaya yol açan panikleme nöbetlerine yakalanmak ya da süpermarkette alışveriş yaparken kahve fiyatının arttığını fark ettiklerinde artık herşeyin bittiği duygusuna kapılmak gibi durumlardır! Bazı kadınlarda kendini dinleme, kendi bedenlerine aşırı bir yoğunlaşma görülür; bunlar, geçirmekte oldukları bedensel değişikliği kimsenin anlayamadığını savunurlar. Östrojen düzeylerinde ya da kan şekerlerinde meydana gelen her küçük değişikliği hissettiklerini savunan bu tür kadınlar, doktorlar için her zaman yaklaşılması güç hastalardır; genelde bunların bir jinekologdan çok bir psikiyatra ihtiyaçları vardır.
Ruhsal durumda da oynamalar görülebilir; kadınlar, görünürde hiçbir neden yokken birdenbire ağlamaya başlayabilir ya da kendilerini tam bir ruhsal çöküntü içinde hissedebilirler. Sonra, bunlarla birlikte gelen letarji (ilgi ve enerji yokluğu), uykusuzluk, yemeğe ilgi duymama yüzünden kilo kaybetme ya da 'rahatlatıcı yeme' diyebileceğimiz aşırı yemek yeme yüzünden şişmanlama gibi durumlar görülür. Bir menopoz kliniğine başvuran hastaların neredeyse yarısı depresyondan, üçte biri uykusuzluktan, geriye kalan üçte biri de letarjiden şikâyetçidir. Neredeyse kesin olarak söyleyebiliriz ki uykusuzluk, yorgunluk ve depresyon, hiç değilse kısmen, uyumaya engel olan gece terlemelerinin sonucunda ortaya çıkar. Birkaç aylık bir süre boyunca geceleri bebeklerine meme vermek üzere gece uykusu bölünen genç kadınlar bile yorgun ve sinirli olduklarını hemen fark ederler; bu nedenle, daha ileri yaştaki kadınların uykusuz ya da rahatsız geçen gecelerden dolayı büyük bir rahatsızlık duymaları şaşırtıcı değildir. Bununla birlikte unutulmamalıdır ki menopoz kliniğine başvuran kadınlar, zaten menopoz belirtilerinden şikâyetçi olarak gelen kadınlardır; bunların dışında kalan pek çok kadın ya hiç rahatsızlık duymaz ya da bu belirtilerden çok az rahatsız olur.
Âdetten kesilmenin yol açtığı ruhsal belirtilerin aydınlatılmasıysa çok daha güçtür; bunlar menopozdan, östrojen yokluğundan ya da bunlarla hiç ilişkisi olmayan başka olaylardan kaynaklanabilir. Daha önce ailesinin sorumluluklarını büyük bir güçle yüklenip götüren, bu arada yetişkinlik yaşamı boyunca dışarıdaki tam zamanlı işini aksatmadan yürüten dengeli bir kadının, üst üste gelen bu rahatsızlıklarla birlikte yaşamasının ne denli güç ve yıkıcı olduğunu anlamak zor olmasa gerektir. Bunları, bilincinde olarak geçiren kadın (ciddi bir akıl hastalığı geçirmekte olan ve gerçekle ilişkisini bütünüyle yitirmiş olan birisinin tersine) anormal davrandığının bilincindedir ama, bu davranışlarını değiştirmek için elinden hiçbir şey gelmez ya da yapabileceği çok az şey vardır.
Öte yandan genç kızlığından beri ruh çöküntüleri, evhamlar içinde, yıllardır sinir ilaçlarına bağımlı olarak yaşamakta olan bir kadın da kendinde hiçbir değişiklik hissetmeyebilir. Aslında tedavisi en zor olan hastalar bu tip kadınlardır; çünkü bunlar kliniğe ya da doktora başvurduklarında östrojen tedavisinin her türlü sorunlarını çözmesini beklerler. Böyle bir kadın, son,dala tutunmakta olduğunu kendisi de kabul eder; ne var ki 20 yaşından beri gitmekte olduğu psikiyatrların, hekimlerin, doktorların, kemik hastalıkları uzmanlarının, masajcıların, akupunkturcuların hepsinin yanılmış olduğunu söyler; kendisinin ta başından beri hormon tedavisine ihtiyacı olduğunda direnir. Ayrıca bu tip hasta, hormon tedavisi istemekle birlikte tabletlere ve doğal olmayan başka ilaçlara 'hayır' der ve kabuklu pirinçle, Çin çubuklarından başka her şeye karşı alerjisi olduğunu söyler. Bu tür hastaların hepsi, hiç şaşmaz bir biçimde kendilerine yanlış bir teşhis koyarak gelir, onları anlamayan doktorları suçlar ve onlardan nefret ederler. Burada gene, menopoz tedavisinin kişilik sorunlarını çözemeyeceğini, bir kez daha vurgulamak gerekir; bu tedavi yalnızca östrojen eksikliğinin giderilmesini sağlar.
Okurlarımız, yukarıda yazılanları sert ve acımasızca söylenmiş sözler olarak görebilirler; ne var ki bu, menopoz kliniklerinde çalışan doktorların her hafta pek çok kez karşılaştıkları bir tablodur. Doktor olarak bizim halka anlatmak istediğimiz önemli bir nokta varsa o da, östrojen tedavisinin, normal bir hastaya uygulandığında, bir kadını çekeceği sıkıntılardan kurtararak, onun sağlıklı yaşamasına yardımcı olabilecek bir tedavi olduğudur; östrojen tedavisi, kişilik sorunlarından kurtulamamış ama yumurtalıkları normal çalışan bir kadını tam ruh sağlığına kavuşturmak ya da ona sonsuz gençlik vaat etmek amacıyla ve kandırmacasıyla kullanılmamalıdır. O zaman bu tedavi amacından saptırılmış ve bir tedavi yöntemi olarak gözden düşürülmüş olur
Menopoz Başlangıcı, Menopoz Belirtileri ve adetten kesilmeyle ilgili belirtiler genellikle birbirine bağlı dört gruba ayrılır:
1. Kan damarlarında ortaya çıkan belirtiler
2. Ruhsal belirtiler
3. Cinsel belirtiler
4. Kaslarda ve eklemlerde görülen belirtiler
Bu belirtilerin ortaya çıkışı, yalnızca azalan östrojen miktarına göre değil, bu azalmanın hızına bağlı olarak da değişiklik gösterir. Genelde vücudumuz, yüksek ya da çok düşük östrojen düzeylerine olumsuz tepki göstermez; oysa bu aşırı durumların ikisi de sağlıklı sayılamaz; bununla birlikte, vücudumuz, bir aşırı uçtan öbürüne doğru yer alan ani değişikliklere, örneğin yumurtalıkların ameliyatla alınması durumunda bu hormonun artık salgılanamamasına, olumsuz tepki gösterir. Ani değişiklik durumunda, menopoz belirtileri birdenbire ve ağır olarak karşımıza çıkar.
Toplumsal ve kültürel durumumuz, bu doğal yaşlanma sürecinin belirtilerine katlanmamızı, bu önemli yaş döneminin getirdiği duygusal çalkantıları hafif ya da ağır olarak atlatmamızı etkileyecektir. Menopoz dönemini atlatmakta güçlük çekecek bir kadın tipi, örneğin, olaylı, belki kürtajlı geçen bir yaşamdan sonra, gebe kalmayı beklerken, birdenbire âdetten kesildiğini farkeden kadındır. Böyle bir kadın için menopozu, 'doğurganlıktan artık kurtulmanın getireceği rahatlatıcı bir dönem olarak kabul etmenin ne denli güç olacağı ortadadır.
Uzmanlar, adetten kesilme sendromu'nu oluşturan bedensel belirtilerin neler olduğu konusunda tam bir görüş birliğine varmış değillerdir; ne var ki klinik deneylerde tekrar tekrar kesinliği kanıtlanan belirtiler ateş basması, gece terlemeleri, vajina kuruluğu ve ağrılı cinsel birleşmedir. Östrojen azalmasının getirdiği diğer belirtileri, yaşlanmadan ve orta yaşlı kadınların evle ilgili olarak yaşadıkları ruhsal ve toplumsal sorunlardan ayırmak çok daha güçtür. 'Yuvanın boşalması' sendromu çok belirgin bir biçimde gözlenebilir.
Bu sendromda, örneğin 50 yaşlarında bir kadın, çocuklarının artık birer birer yuvadan uçup ayrıldıklarını, kendisine gereksinme duymadıklarını görür: 20 yaşındaki beklentilerine artık hiç ulaşamayacağını gören kocada, işinde başarılı olabilmek için belki son çabalarını harcamaktadır. Gene aynı koca, genç kadınlara fazlaca ilgi duymaya başlamış olabilir; çünkü onun da yıpranmakta olan benlik duygusunu genç kadınların ilgisini çekerek yeniden güçlendirmeye gereksinmesi vardır. Bu arada, karısı evde yapayalnız kalmıştır; bazen vaktini geçirmek için cicili bicili dergileri okumaktan başka yapacak bir şey bulamaz; genç kız ve kadın resimleriyle dolu bu dergiler de ona, toplumdaki genelde geçer ölçülere göre, saçları ağaran, göğüsleri küçülen ve beli kalınlaşan bir kadının, yumurtalıkları gibi, artık işe yaramaz biri olduğunu hatırlatmaktan başka bir işe yaramaz. Pek çok kadının, bu dönemde, kendi kendilerine başa çıkamadıkları bu sorunlara, bir ad bulabilmek için tıptan medet ummalarına şaşmamak gerekir.
2003'de bir çok Avrupa ülkesinde 45 ila 55yaşlarında 2000 kadın arasında bir anket yapılmıştır. Bu ankete göre en sık olarak rastlanan belirtiler şunlardır:
Ateş basması % 55
Baş dönmesi % 46
Yorgunluk % 43
Sinirlilik % 41
Terleme % 39
Baş ağrıları % 33
Uykusuzluk % 32
Depresyon % 30
Gerginlik % 29
Eklem ve kas ağrıları % 25
Çarpıntı % 24
Karıncalanma % 22
Araştırmacıların bulgularına göre, hastaları en çok endişelendiren belirtiler depresyon, cinsel sorunlar, bellek aksaması'dır ve bu, çok ilginç bir tablo yaratmaktadır; çünkü hastaların ancak yüzde 30'unda depresyona rastlanmış, cinsellikle ve bellekle ilgili sorunlar genel belirtilerin arasına bile girmemiştir. Daha sonra kanıtlandığı gibi, bu hastalarda yokmuş gibi görünen bazı belirtiler örneğin yorgunluk, baş ağrıları, gerginlik ve depresyon - aslında âdetin kesilmesinden önceki iki yıl içinde çok daha ağır biçimde ortaya çıkmış, oysa ateş basması, terleme ve vajina kuruluğu âdetten kesilmeden hemen sonra belirginleşmiştir. Bu demektir ki, menopoza yaklaşan ama, âdet kanamaları sürmekte olan kadınlar, daha büyük bir sarsıntı içindedirler; çünkü onları rahatsız eden bu belirtiler, bu dönemde henüz yavaş yavaş düşmekte olan östrojen düzeyine bağlı olarak yorumlanmamaktadır. Östrojen düzeylerinin düşmesi, âdetin kesilmesinden önce başlamakta ve fark edildiğinde kolaylıkla tedavi edilebilmektedir.
Orta yaşın kadınlar için çok zor bir dönem olduğu gözden uzak tutulmamalıdır; menopozun anlaşılmasında ve tedavisinde en önemli ön koşul, yaşlanmanın, evle ilgili sorunların, meslek yaşamında karşılaşılan duyumsuzlukların getirdiği streslerle östrojen azalmasının yarattığı gerçek belirtiler arasındaki ayrımın belirlenebilmesidir; östrojen azalması, azalan hormonun yerine konmasından oluşan hormon tedavisiyle kolayca giderilebilir. Oysa kişilik sorunları ve yaşlanmanın getirdiği sorunların östrojenle tedaviye çalışılması ister istemez başarısızlıkla sonuçlanacak bir çabadır.
Kan damarlarında ortaya çıkan belirtiler
Kan damarlarında ortaya çıkan tipik belirtiler, ateş basması ve gece terlemeleridir; bunların nedeni, henüz tam olarak bilinememektedir. Ateş basması, herkeste ayrı biçimde görülür, bazı kadınlar, yalnızca ellerinde bir yanma hissederler; bazıları bütün vücutlarını saran bir sıcaklık duyarlar; bazılarının yüzleri kıpkırmızı kesilir ve kırmızılık bazen göğüslerine kadar yayılır; bazı kadınlardaysa sıcaklık basması ayaklardan başlar, bütün vücuda yayılarak tepelerine kadar ulaşır. Bazı kadınların avuç içleri ve boyunları terden nemlenir; bazıları geceleri çarşafları ve geceliklerini ıslatacak ölçüde terlerler. Sonuçta uykusuzluk baş gösterir; önce her şey aşırı sıcak gelir (yorganlar atılır, pencereler açılır); sonra üşüme hissedilir (ek battaniyeler örtülür, pencereler kapanır); gece böyle rahatsız bir biçimde geçirilince, sabahleyin bitkinlik duygusuyla uyanılır.
Ruhsal belirtiler
Menopoz, çoğu zaman pek çok ve çeşitli ruhsal belirtiyle birlikte kendini gösterir. Kadınlar, enerjilerini ve isteklerini yitirdiklerini fark ederler; dikkatlerini bir şey üzerinde toplayamazlar; bir işte çalışmakta olan kadınlar da işlerini iyi yapamadıklarını görürler. Daha yalın bir örnekle anlatacak olursak, örneğin bir yığın bulaşıkla karşılaştığında kadın, bunun altından kalkacak gücü kendinde bulamaz; oysa aynı iş onun için daha önceleri hiçbir sorun yaratmamış, bir çırpıda hallediliverecek bir iş olmuştur hep. İş yerinde herkesin ortasında ateş basmasından, terlemekten utanırlar; ne denli gerçek dışı olursa olsun, işlerini başaramadıkları duygusuna kapılarak üzülürler. Menopoz geçiren kadınlar kendilerini çok gergin ve saldırganlık dolu hissederler; aile içindeki üyelerin onlara karşı gerçek duyguları ne olursa olsun, menopoz geçiren kadın, çok küçük nedenlerle sabırlı kocasına ve çocuklarına karşı nefret duygularıyla davranabilir. Bundan başka, menopoz geçirmekte olmasa da, bu ruhsal belirtilerin çoğu, orta yaşa girmekte olan kadınlarda, bu yaşın birlikte getirdiği kendini yeniden değerlendirme, kendinden kuşkulanma gibi tutumlardan da kaynaklanıyor olabilir.
Özellikle menopoz geçirmekte olan kadınlarda 'sinirsel bitkinlik' durumundan yakınmalara çok rastlanır; kadınlar, çoğu zaman aniden endişeye kapıldıklarını anlatırlar - bunlar, işe giderken birdenbire yolda kalakalmaya yol açan panikleme nöbetlerine yakalanmak ya da süpermarkette alışveriş yaparken kahve fiyatının arttığını fark ettiklerinde artık herşeyin bittiği duygusuna kapılmak gibi durumlardır! Bazı kadınlarda kendini dinleme, kendi bedenlerine aşırı bir yoğunlaşma görülür; bunlar, geçirmekte oldukları bedensel değişikliği kimsenin anlayamadığını savunurlar. Östrojen düzeylerinde ya da kan şekerlerinde meydana gelen her küçük değişikliği hissettiklerini savunan bu tür kadınlar, doktorlar için her zaman yaklaşılması güç hastalardır; genelde bunların bir jinekologdan çok bir psikiyatra ihtiyaçları vardır.
Ruhsal durumda da oynamalar görülebilir; kadınlar, görünürde hiçbir neden yokken birdenbire ağlamaya başlayabilir ya da kendilerini tam bir ruhsal çöküntü içinde hissedebilirler. Sonra, bunlarla birlikte gelen letarji (ilgi ve enerji yokluğu), uykusuzluk, yemeğe ilgi duymama yüzünden kilo kaybetme ya da 'rahatlatıcı yeme' diyebileceğimiz aşırı yemek yeme yüzünden şişmanlama gibi durumlar görülür. Bir menopoz kliniğine başvuran hastaların neredeyse yarısı depresyondan, üçte biri uykusuzluktan, geriye kalan üçte biri de letarjiden şikâyetçidir. Neredeyse kesin olarak söyleyebiliriz ki uykusuzluk, yorgunluk ve depresyon, hiç değilse kısmen, uyumaya engel olan gece terlemelerinin sonucunda ortaya çıkar. Birkaç aylık bir süre boyunca geceleri bebeklerine meme vermek üzere gece uykusu bölünen genç kadınlar bile yorgun ve sinirli olduklarını hemen fark ederler; bu nedenle, daha ileri yaştaki kadınların uykusuz ya da rahatsız geçen gecelerden dolayı büyük bir rahatsızlık duymaları şaşırtıcı değildir. Bununla birlikte unutulmamalıdır ki menopoz kliniğine başvuran kadınlar, zaten menopoz belirtilerinden şikâyetçi olarak gelen kadınlardır; bunların dışında kalan pek çok kadın ya hiç rahatsızlık duymaz ya da bu belirtilerden çok az rahatsız olur.
Âdetten kesilmenin yol açtığı ruhsal belirtilerin aydınlatılmasıysa çok daha güçtür; bunlar menopozdan, östrojen yokluğundan ya da bunlarla hiç ilişkisi olmayan başka olaylardan kaynaklanabilir. Daha önce ailesinin sorumluluklarını büyük bir güçle yüklenip götüren, bu arada yetişkinlik yaşamı boyunca dışarıdaki tam zamanlı işini aksatmadan yürüten dengeli bir kadının, üst üste gelen bu rahatsızlıklarla birlikte yaşamasının ne denli güç ve yıkıcı olduğunu anlamak zor olmasa gerektir. Bunları, bilincinde olarak geçiren kadın (ciddi bir akıl hastalığı geçirmekte olan ve gerçekle ilişkisini bütünüyle yitirmiş olan birisinin tersine) anormal davrandığının bilincindedir ama, bu davranışlarını değiştirmek için elinden hiçbir şey gelmez ya da yapabileceği çok az şey vardır.
Öte yandan genç kızlığından beri ruh çöküntüleri, evhamlar içinde, yıllardır sinir ilaçlarına bağımlı olarak yaşamakta olan bir kadın da kendinde hiçbir değişiklik hissetmeyebilir. Aslında tedavisi en zor olan hastalar bu tip kadınlardır; çünkü bunlar kliniğe ya da doktora başvurduklarında östrojen tedavisinin her türlü sorunlarını çözmesini beklerler. Böyle bir kadın, son,dala tutunmakta olduğunu kendisi de kabul eder; ne var ki 20 yaşından beri gitmekte olduğu psikiyatrların, hekimlerin, doktorların, kemik hastalıkları uzmanlarının, masajcıların, akupunkturcuların hepsinin yanılmış olduğunu söyler; kendisinin ta başından beri hormon tedavisine ihtiyacı olduğunda direnir. Ayrıca bu tip hasta, hormon tedavisi istemekle birlikte tabletlere ve doğal olmayan başka ilaçlara 'hayır' der ve kabuklu pirinçle, Çin çubuklarından başka her şeye karşı alerjisi olduğunu söyler. Bu tür hastaların hepsi, hiç şaşmaz bir biçimde kendilerine yanlış bir teşhis koyarak gelir, onları anlamayan doktorları suçlar ve onlardan nefret ederler. Burada gene, menopoz tedavisinin kişilik sorunlarını çözemeyeceğini, bir kez daha vurgulamak gerekir; bu tedavi yalnızca östrojen eksikliğinin giderilmesini sağlar.
Okurlarımız, yukarıda yazılanları sert ve acımasızca söylenmiş sözler olarak görebilirler; ne var ki bu, menopoz kliniklerinde çalışan doktorların her hafta pek çok kez karşılaştıkları bir tablodur. Doktor olarak bizim halka anlatmak istediğimiz önemli bir nokta varsa o da, östrojen tedavisinin, normal bir hastaya uygulandığında, bir kadını çekeceği sıkıntılardan kurtararak, onun sağlıklı yaşamasına yardımcı olabilecek bir tedavi olduğudur; östrojen tedavisi, kişilik sorunlarından kurtulamamış ama yumurtalıkları normal çalışan bir kadını tam ruh sağlığına kavuşturmak ya da ona sonsuz gençlik vaat etmek amacıyla ve kandırmacasıyla kullanılmamalıdır. O zaman bu tedavi amacından saptırılmış ve bir tedavi yöntemi olarak gözden düşürülmüş olur
Menopoz ve Cinsel Sorunlar Osteoporoz
Menopoz (Osteoporoz) ve Cinsel Sorunlar
Menopozda ortaya çıkan iki tür cinsel sorun vardır: Ağrılı cinsel temas ve cinselliğe duyulan ilginin azalması.
Disparöni adıyla da bilinen ağrılı cinsel temas, kâğıt gibi olan, çeperleri incelen, büzülen vajinanın normal sertlikteki penisi içine alacak şekilde esneyememesinden kaynaklanır. Bu, daha da ağır sorunlara yol açabilir, çünkü cinsel eşlerin hepsi yumuşak ve sabırlı davranarak kadının tam olarak heyecanlanmasını bekleyecek anlayışı gösteremezler; bu sabır gösterildiğinde kadın bütünüyle heyecanlanacak, penisin girmesinden önce vajinası kendi salgısıyla iyice ıslanarak kayganlaşacaktır. Son yıllar içinde kadınlar, eskiye göre cinsel uygulamalar ve teknikler konusunda çeşitli yayınları okuyarak kendi cinsel potansiyelleri konusunda bilgilenmişler; bunun sonucu olarak da kendi cinsel hakları üzerinde direnmeyi öğrenmişlerdir. Kadınlar sık ve doyumlu cinsel birleşmenin hakları olduğuna inanmaktadırlar; menopoz döneminde cinsel temas, isteğin azalması ve rahatsızlığın artması nedeniyle çoğu zaman umut kırıklığıyla sona erebilir; bu da kabul edilmesi oldukça güç bir durumdur. Öte yandan 40 yaşını geçen kadınlar, bu yaşta cinsel etkinliğin sürdürülmesini (çok yanlış olarak) bir suçmuş gibi görebilirler; bu türden bir endişe de cinsel bakımdan heyecanlanmayı ve doğal nemlenmeyi engelleyici bir neden oluşturabilir.
Cinsel temasa duyulan ilginin libido'nun— kaybolmasını menopozla açıklamak daha da güçtür. Bu daha çok, gönül, kafa ve hormonlar arasındaki bağıntının iyi anlaşamamasından kaynaklanan bir sorun gibi görünmektedir. Normal cinsel istek gibi cinselliğe duyulan ilginin yitirilmesi de, değişik insanlarda değişik nedenlerden kaynaklanıyor olabilir. Libidonun kaybolması yalnızca menopoz geçirmekte olan orta yaşlı kadınlara özgü bir durum değildir; cinsel istekliliği etkileyen pek çok neden vardır. Genç olsun, yaşlı olsun depresyon geçirmekte olan erkek ve kadınlar, cinselliğe karşı ilgilerini yitirirler; depresyon, menopozun bir parçası olduğuna göre libidonun yitirilmesinde bu depresyonun da payı olsa gerektir. Benzer biçimde, romatizmal artirit ya da şeker hastalığı gibi müzmin hastalıklar ya da aşırı alkol alınması, hatta düzenli alınan bazı ilaçlar da cinsel istekte azalmaya yol açabilir.
Daha yalın bir deyişle, vajina kuruluğu nedeniyle cinsel temas sırasında ağrı duyan kadınlar, cinsel birleşmeye karşı ilgi duymaz olacaklardır. Çünkü çekilen ağrı, alınan zevke değmez. Tedavi edilmesi en kolay olan sorun budur, çünkü az dozda verilen östrojen ya da östrojenli kremlerin kullanılması durumu hemen düzeltecektir.
Ruhsal kökenli sorunların tedavisi daha zordur. İki insanın cinsel ilişkiye girmesinde pek çok etken söz konusudur; böyle bir ilişkinin sürdürülmesi ve ilişkiden zevk alınması söz konusu olduğunda, devreye giren etkenler daha da büyük bir önem kazanır.
Bedensel çekiciliğini yitirmeye başladığını farkeden, önemsiz bir şey karşısında her an ağlamaya başlayıvereceğinden korkan, örneğin kocası genç sekreterinin 'kendisini gerçekten anladığı'nı söylediğinde bundan kendi aleyhine bir anlam çıkaran kadının öz güveni gerçekten azalmış durumdadır. Hayatın getirdiği sorunlarla başa çıkmakta güçlük çeken, kendine olan güvenini yitirmiş, gece en az altı kez uyanmasına neden olan terlemelerden yakınan bir kadının, çok sabırlı, çok anlayışlı bir kocayla bile sevişmeye hevesli olmaması için zaten yeterince neden var demektir.
Ne var ki bu, cinsel doyuma hiçbir zaman ulaşılamayacak anlamına gelmez; pek çok kadın, cinsel temasa karşı duydukları isteğin ve temas sıklığının, yalnızca kocalarının yeterince ilgi göstermemeleri nedeniyle azaldığını savunmuşlardır. Cinsellik konusunun ünlü araştırmacıları Masters ve Johnson, 60 yaşındaki kadınların cinsel tepkilerini ayrıntılarıyla incelemişler, bu kadınların tepkilerinin eskisi kadar iyi olduğunu, yalnızca orgazm noktasına biraz daha uzun bir sürede eriştiklerini bulmuşlardır. Bu araştırmanın bir aksak yanı, araştırmaya konu edilen kadınların türüdür; bu yaştaki kadınlar genellikle film makinelerinin önünde yapılacak deneylere katılma eğiliminde değildirler; öyle anlaşılıyor ki, deneye alman kadınlar libidosu çok yüksek ya da hiç değilse engellemeleri çok az olan kadınlardı.
Kanda östrojen düzeylerinin düşmesiyle vajina kuruluğu ve ağrılı cinsel temas arasında doğrudan bağıntı bulunduğu kanıtlanamamıştır; ne var ki kadınlarda libidonun, garip bir rastlantıyla erkeklik hormonu testosteronla belirlenmesine karşın, düşük testosteron düzeyiyle libido kaybı arasında bir ilişki de kurulamamıştır. Bununla birlikte, hastaların vücutlarına, içinde hem östrojen hem de testosteron bulunan tüpler gömülerek yapılan hormon tedavileri çok başarılı olmuştur. Böylece libido yeniden canlandırılabilmektedir; bu yöntem, ileride açıklanacaktır. Ama burada bir kez daha vurgulamak gerekir ki, tüp gömerek yapılacak tedavi, bir kadının hayatını, başka etkenlerin ve evdeki durumun oldukça normal olduğu durumlarda rahatlatabilecektir. Eşler artık birbirlerini sevmiyorlarsa, evde çeşitli sorunlar, hastalıklar, kişisel ihmal gibi tutumlar söz konusuysa, bu tedavinin bütün bu engelleri ortadan kaldırmasını beklemek boşunadır.
Menopozda ortaya çıkan iki tür cinsel sorun vardır: Ağrılı cinsel temas ve cinselliğe duyulan ilginin azalması.
Disparöni adıyla da bilinen ağrılı cinsel temas, kâğıt gibi olan, çeperleri incelen, büzülen vajinanın normal sertlikteki penisi içine alacak şekilde esneyememesinden kaynaklanır. Bu, daha da ağır sorunlara yol açabilir, çünkü cinsel eşlerin hepsi yumuşak ve sabırlı davranarak kadının tam olarak heyecanlanmasını bekleyecek anlayışı gösteremezler; bu sabır gösterildiğinde kadın bütünüyle heyecanlanacak, penisin girmesinden önce vajinası kendi salgısıyla iyice ıslanarak kayganlaşacaktır. Son yıllar içinde kadınlar, eskiye göre cinsel uygulamalar ve teknikler konusunda çeşitli yayınları okuyarak kendi cinsel potansiyelleri konusunda bilgilenmişler; bunun sonucu olarak da kendi cinsel hakları üzerinde direnmeyi öğrenmişlerdir. Kadınlar sık ve doyumlu cinsel birleşmenin hakları olduğuna inanmaktadırlar; menopoz döneminde cinsel temas, isteğin azalması ve rahatsızlığın artması nedeniyle çoğu zaman umut kırıklığıyla sona erebilir; bu da kabul edilmesi oldukça güç bir durumdur. Öte yandan 40 yaşını geçen kadınlar, bu yaşta cinsel etkinliğin sürdürülmesini (çok yanlış olarak) bir suçmuş gibi görebilirler; bu türden bir endişe de cinsel bakımdan heyecanlanmayı ve doğal nemlenmeyi engelleyici bir neden oluşturabilir.
Cinsel temasa duyulan ilginin libido'nun— kaybolmasını menopozla açıklamak daha da güçtür. Bu daha çok, gönül, kafa ve hormonlar arasındaki bağıntının iyi anlaşamamasından kaynaklanan bir sorun gibi görünmektedir. Normal cinsel istek gibi cinselliğe duyulan ilginin yitirilmesi de, değişik insanlarda değişik nedenlerden kaynaklanıyor olabilir. Libidonun kaybolması yalnızca menopoz geçirmekte olan orta yaşlı kadınlara özgü bir durum değildir; cinsel istekliliği etkileyen pek çok neden vardır. Genç olsun, yaşlı olsun depresyon geçirmekte olan erkek ve kadınlar, cinselliğe karşı ilgilerini yitirirler; depresyon, menopozun bir parçası olduğuna göre libidonun yitirilmesinde bu depresyonun da payı olsa gerektir. Benzer biçimde, romatizmal artirit ya da şeker hastalığı gibi müzmin hastalıklar ya da aşırı alkol alınması, hatta düzenli alınan bazı ilaçlar da cinsel istekte azalmaya yol açabilir.
Daha yalın bir deyişle, vajina kuruluğu nedeniyle cinsel temas sırasında ağrı duyan kadınlar, cinsel birleşmeye karşı ilgi duymaz olacaklardır. Çünkü çekilen ağrı, alınan zevke değmez. Tedavi edilmesi en kolay olan sorun budur, çünkü az dozda verilen östrojen ya da östrojenli kremlerin kullanılması durumu hemen düzeltecektir.
Ruhsal kökenli sorunların tedavisi daha zordur. İki insanın cinsel ilişkiye girmesinde pek çok etken söz konusudur; böyle bir ilişkinin sürdürülmesi ve ilişkiden zevk alınması söz konusu olduğunda, devreye giren etkenler daha da büyük bir önem kazanır.
Bedensel çekiciliğini yitirmeye başladığını farkeden, önemsiz bir şey karşısında her an ağlamaya başlayıvereceğinden korkan, örneğin kocası genç sekreterinin 'kendisini gerçekten anladığı'nı söylediğinde bundan kendi aleyhine bir anlam çıkaran kadının öz güveni gerçekten azalmış durumdadır. Hayatın getirdiği sorunlarla başa çıkmakta güçlük çeken, kendine olan güvenini yitirmiş, gece en az altı kez uyanmasına neden olan terlemelerden yakınan bir kadının, çok sabırlı, çok anlayışlı bir kocayla bile sevişmeye hevesli olmaması için zaten yeterince neden var demektir.
Ne var ki bu, cinsel doyuma hiçbir zaman ulaşılamayacak anlamına gelmez; pek çok kadın, cinsel temasa karşı duydukları isteğin ve temas sıklığının, yalnızca kocalarının yeterince ilgi göstermemeleri nedeniyle azaldığını savunmuşlardır. Cinsellik konusunun ünlü araştırmacıları Masters ve Johnson, 60 yaşındaki kadınların cinsel tepkilerini ayrıntılarıyla incelemişler, bu kadınların tepkilerinin eskisi kadar iyi olduğunu, yalnızca orgazm noktasına biraz daha uzun bir sürede eriştiklerini bulmuşlardır. Bu araştırmanın bir aksak yanı, araştırmaya konu edilen kadınların türüdür; bu yaştaki kadınlar genellikle film makinelerinin önünde yapılacak deneylere katılma eğiliminde değildirler; öyle anlaşılıyor ki, deneye alman kadınlar libidosu çok yüksek ya da hiç değilse engellemeleri çok az olan kadınlardı.
Kanda östrojen düzeylerinin düşmesiyle vajina kuruluğu ve ağrılı cinsel temas arasında doğrudan bağıntı bulunduğu kanıtlanamamıştır; ne var ki kadınlarda libidonun, garip bir rastlantıyla erkeklik hormonu testosteronla belirlenmesine karşın, düşük testosteron düzeyiyle libido kaybı arasında bir ilişki de kurulamamıştır. Bununla birlikte, hastaların vücutlarına, içinde hem östrojen hem de testosteron bulunan tüpler gömülerek yapılan hormon tedavileri çok başarılı olmuştur. Böylece libido yeniden canlandırılabilmektedir; bu yöntem, ileride açıklanacaktır. Ama burada bir kez daha vurgulamak gerekir ki, tüp gömerek yapılacak tedavi, bir kadının hayatını, başka etkenlerin ve evdeki durumun oldukça normal olduğu durumlarda rahatlatabilecektir. Eşler artık birbirlerini sevmiyorlarsa, evde çeşitli sorunlar, hastalıklar, kişisel ihmal gibi tutumlar söz konusuysa, bu tedavinin bütün bu engelleri ortadan kaldırmasını beklemek boşunadır.
Menopoz Tedavisi Menapoz Ostrojen
Menopoz Tedavisi, Menopozda Tedavi
Menopoz konusunda edinilen üç ayrı tutum bugün de sürmektedir. Bir aşırı uçta menopoz doğal bir olay olarak görülür; belirtiler kendiliğinden kaybolacaktır ve tedaviye gerek yoktur. Menopoz doğal karşılanır; bu savın temelinde, doğal olan her şeyin iyi olduğu inancı yatar. Bu konuda iyi niyetli aldırmazlık çok yaygındır ama bu, ailede çok sabırlı bir kadınla çok anlayışlı bir kocanın bulunmasını gerektirir.
Menapoz Tedavisi Daha olumsuz bir görüşe göre, menopozun sorun yaratabileceği, tedavi gerektirebileceği kabul edilir. Bu görüşü benimseyen doktorlar, hastalarına çoğu zaman sakinleştirici, depresyon giderici ilaçlar verirler; bize göre bu, menopoz için yapılabilecek en yanlış tedavidir. Hastalar zaten yorgun ve letarjik bir durumdadırlar; böylesine güçlü ilaçların verilmesi hastaya hiçbir şekilde haklı gösterilemeyecek ek bir zorluk getirir. Buna karşın, örneğin İngiltere'deki kadınların yüzde 30'u, hiçbir gerçek yarar sağlamadıkları tıpça pek çok kez kanıtlanmış olmasına karşın bu tür ilaçları kullanmaktadırlar.
Daha ilerici bir tutuma göre, menopoz belirtilerinin denetim altına alınmasında östrojen kullanımı hem yararlı hem de güvenli bir yoldur. Bu tutumu benimseyen doktorlar, menopoz belirtilerini hafifletmek için, mümkün olan en küçük dozlarda östrojen vermekten çekinmezler; ne var ki uzun vadeli tedaviye, uterusun aşırı uyarılmasını önleyici ve yapay olarak üretilmiş projestojen'in de dahil edilmesi gerekir; böylelikle gelecekte ortaya çıkabilecek ciddi sorunlar önceden engellenmiş olur.
Ostrojen Tedavisinin Sakıncalı Yanları, Kadınlarda Ostrojen
Östrojen tedavisi ne zaman yapılmalıdır?
Östrojen tedavisine başvurmayı engelleyen birkaç önemli neden vardır. Meme kanseri ya da rahim kanserinin belli türlerini geçirmiş olan hastalarda östrojen, yeniden ortaya çıkacak kanserin ilerlemesini hızlandırabilir; bu nedenle verilmesi sakıncalıdır. Nadir olmakla birlikte, bazı karaciğer hastalıklarında da östrojen nedeniyle ağırlaşma görülebilir.
Yakın zamanlarda tromboz (bacaklarda ve akciğerlerde kan pıhtılaşması) geçiren hastalarda östrojen tedavisinden kaçınmak gerekir. Bu sorun, çoğu zaman kalçasında ağrı duyan bir kadının kan pıhtılaşmasından kuşkulandığını söylemesiyle ortaya çıkar; bu kadın, yakınlarda tromboz geçiren bir hasta olarak kabul edilir. Aslında kan pıhtıları ancak hastanede yapılacak çok karmaşık testlerle anlaşılabilir; geçmişte yapılan bu tür bir teşhisin çoğu zaman yanlış olduğu anlaşılabilir. Menopoz kliniklerinden birinde doktorlar, laboratuvarda yapılan kan pıhtılaşması testlerinin çoğunu en ince ayrıntılarına dek incelemişlerdir; iki yıl süresince, klinikte tedavi görmekte olan kadınlar, kan pıhtılaşması tehlikesinin bulunup bulunmadığını saptamak amacıyla kan testlerine tabi tutularak taramadan geçirilmişlerdir. Laboratuvar testlerinin sonucuna göre doktorlar, kan pıhtılaşmasında hiçbir artmaya rastlamadıkları gibi hastalarda trombozun artması gibi bir durumla da karşılaşmamışlardır.
Diğer sakıncalar
İngiltere'de ve Birleşik Amerika'da doktorlar reçete yazarken, artık eskisinden daha dikkatli davranmaktadırlar; bunun bir nedeni, yanlış tedaviden dolayı zarar gören hastaların yasal yollara gittikçe daha çok başvurmaya başlamalarıdır. Bu nedenle hastaların, kendi alışkanlıklarının da tedavinin sonucunu etkileyebileceği, ortaya çıkacak olumsuz sonuca tedaviden çok, kendi tutumlarının yol açabileceği konusunda uyarılmaları yerinde olur.
Sigara içme alışkanlığı
Sigara içme alışkanlığının sağlığa çok zararlı olduğu apaçık ortadadır. Bu alışkanlığın kalp krizi, kan pıhtılaşması, felçler ve akciğer kanseriyle yakından bağıntısı vardır; aslında sigara içenlerin üçte biri, bu alışkanlığa bağlı bir hastalıktan ölür. Bu nedenle, bir sigara tiryakisinin, hormon tedavisi yapmakta pek de istekli olmayan hekimini, bu tedaviyi uygulamaya zorlaması, bir yıl sonra ortaya çıkabilecek damar tıkanmasından doktorunu sorumlu tutması pek doğru bir tutum olmaz. Hastanın 30 yılı aşkın bir süredir içmekte olduğu sigaranın, bu duruma yol açmış olması, çok daha büyük bir ihtimaldir.
Gözleri gören, kulakları duyan herkes, sigara içme alışkanlığının ne denli tehlikeli olduğunu vurgulayıp duran ilanları görmüş olmalıdır. Sigarayla östrojenin bir araya gelmesi, diyelim ki, sigarayla domates çorbasının biraraya gelmesinden daha tehlikeli değildir aslında; tıpkı sigara içmekle araba kullanmanın bir arada büyük bir tehlike yaratmaması gibi. Bu örnekler, söz konusu olabilecek sakıncaları tam olarak anlatabilmek amacıyla verilmiştir. Sigara içen kadınların östrojen almaları durumunda tehlike birazcık daha artar, ama tek başına östrojen bu tür bir hastalık tehlikesini artırıcı bir etken değildir. Bizler, bir yandan menopoz belirtilerinin giderilmesi için östrojen tedavisini önerirken, bir yandan da verebileceğimiz en iyi öğüdün sigarayı bırakmak olduğunu söyleyebiliriz.
Aşırı kilo alma
Aşırı kiloların kan basıncının yükselmesiyle (hipertansiyonla) çok yakından bağıntısı vardır; bu da trombozave kalp hastalıklarına yol açar. Ayrıca, yatkın olanlarda şeker hastalığı tehlikesini de artırabilir. Bundan başka menopozun getirdiği sorunların çoğu, insanı kilo almayı kolaylaştıracak bir yaşama biçimine iter; bunun nedeni hareketsizliğin artması, fazla yeme ya da her akşam alınan içki miktarının birazcık daha artırılması olabilir.
Menopozdan sonra, kilo alma eğiliminin artmasında hormonlara bağlı nedenler de sözkonusudur. Yapılan deneyler, yumurtalıkları çıkarılan hayvanların da kilo aldığını göstermiştir; ama bu küçük artış, az dozda verilen östrojenle yeniden kaybedilmiştir. Benzer biçimde, kadınlarda da yitirilen östrojenin doğru miktarlarda yerine kormasil kilo kaybı yaratabilir; bununla birlikte kadınların çoğu, hormonların kendilerine kilo aldıracağından korkarlar; eğer verilen doz uygunsa, bu korku yersizdir. Aşırı şişmanlıktan elbette kaçınmaya çalışmak gerekir; ama gariptir ki şişman kadınlar menopozu daha hafif atlatırlar, çünkü yağ dokularında salgılanan başka bazı hormonlarda da östrojen üretimi vardır.
İnsanın formunu Koruması, düşük kalorili bir yemek rejimini akıllıca izleyerek kilo almaktan kaçınması, özellikle menopoz döneminde sağlıklı yaşamanın önemli bir parçasıdır. Kilolarınız artıyorsa bunun nedeni çok açıktır: Gerektiğinden fazla yemek yiyorsunuz demektir
Diğer etkenler
Tedavi edilmeyen yüksek kan basıncı (yüksek tansiyon) da hormon tedavisinin uygulanmamasını gerektiren bir göstergedir; ama tansiyon düşürücü ilaçlar kullanılarak kan basıncının denetim altına alınmasından sonra, menopoz belirtileri gerçekten ağırsa, östrojen verilebilir. Şeker hastalığının da östrojen tedavisini engelleyici bir neden olduğuna inanılır; oysa, bu inancın yanlış olduğu kanıtlanmıştır. Bazı vakalarda, şekerin denetim altına alınması bir süre güçlük yaratabileceğinden şeker hastalığını tedavi etmek için verilen ilaçlarda ayarlama yapılması gerekebilir; ama östrojen tedavisi için hiçbir ciddi engel söz konusu değildir. Bu konuda asıl güçlük, şekerli kadınların, kalp krizi ve belki kan pıhtılaşması gibi komplikasyonlara açık olmalarıdır; bu nedenle östrojenin dikkatli kullanılması gerekir. Bununla birlikte, düşük doğal östrojen dozlarının kan şekeri düzeyleri üzerindeki etkisini araştırmak amacıyla yapılan geniş laboratuvar araştırmaları, tehlike yaratacak hiçbir değişikliğin yer almadığını göstermiştir.
Menopoz konusunda edinilen üç ayrı tutum bugün de sürmektedir. Bir aşırı uçta menopoz doğal bir olay olarak görülür; belirtiler kendiliğinden kaybolacaktır ve tedaviye gerek yoktur. Menopoz doğal karşılanır; bu savın temelinde, doğal olan her şeyin iyi olduğu inancı yatar. Bu konuda iyi niyetli aldırmazlık çok yaygındır ama bu, ailede çok sabırlı bir kadınla çok anlayışlı bir kocanın bulunmasını gerektirir.
Menapoz Tedavisi Daha olumsuz bir görüşe göre, menopozun sorun yaratabileceği, tedavi gerektirebileceği kabul edilir. Bu görüşü benimseyen doktorlar, hastalarına çoğu zaman sakinleştirici, depresyon giderici ilaçlar verirler; bize göre bu, menopoz için yapılabilecek en yanlış tedavidir. Hastalar zaten yorgun ve letarjik bir durumdadırlar; böylesine güçlü ilaçların verilmesi hastaya hiçbir şekilde haklı gösterilemeyecek ek bir zorluk getirir. Buna karşın, örneğin İngiltere'deki kadınların yüzde 30'u, hiçbir gerçek yarar sağlamadıkları tıpça pek çok kez kanıtlanmış olmasına karşın bu tür ilaçları kullanmaktadırlar.
Daha ilerici bir tutuma göre, menopoz belirtilerinin denetim altına alınmasında östrojen kullanımı hem yararlı hem de güvenli bir yoldur. Bu tutumu benimseyen doktorlar, menopoz belirtilerini hafifletmek için, mümkün olan en küçük dozlarda östrojen vermekten çekinmezler; ne var ki uzun vadeli tedaviye, uterusun aşırı uyarılmasını önleyici ve yapay olarak üretilmiş projestojen'in de dahil edilmesi gerekir; böylelikle gelecekte ortaya çıkabilecek ciddi sorunlar önceden engellenmiş olur.
Ostrojen Tedavisinin Sakıncalı Yanları, Kadınlarda Ostrojen
Östrojen tedavisi ne zaman yapılmalıdır?
Östrojen tedavisine başvurmayı engelleyen birkaç önemli neden vardır. Meme kanseri ya da rahim kanserinin belli türlerini geçirmiş olan hastalarda östrojen, yeniden ortaya çıkacak kanserin ilerlemesini hızlandırabilir; bu nedenle verilmesi sakıncalıdır. Nadir olmakla birlikte, bazı karaciğer hastalıklarında da östrojen nedeniyle ağırlaşma görülebilir.
Yakın zamanlarda tromboz (bacaklarda ve akciğerlerde kan pıhtılaşması) geçiren hastalarda östrojen tedavisinden kaçınmak gerekir. Bu sorun, çoğu zaman kalçasında ağrı duyan bir kadının kan pıhtılaşmasından kuşkulandığını söylemesiyle ortaya çıkar; bu kadın, yakınlarda tromboz geçiren bir hasta olarak kabul edilir. Aslında kan pıhtıları ancak hastanede yapılacak çok karmaşık testlerle anlaşılabilir; geçmişte yapılan bu tür bir teşhisin çoğu zaman yanlış olduğu anlaşılabilir. Menopoz kliniklerinden birinde doktorlar, laboratuvarda yapılan kan pıhtılaşması testlerinin çoğunu en ince ayrıntılarına dek incelemişlerdir; iki yıl süresince, klinikte tedavi görmekte olan kadınlar, kan pıhtılaşması tehlikesinin bulunup bulunmadığını saptamak amacıyla kan testlerine tabi tutularak taramadan geçirilmişlerdir. Laboratuvar testlerinin sonucuna göre doktorlar, kan pıhtılaşmasında hiçbir artmaya rastlamadıkları gibi hastalarda trombozun artması gibi bir durumla da karşılaşmamışlardır.
Diğer sakıncalar
İngiltere'de ve Birleşik Amerika'da doktorlar reçete yazarken, artık eskisinden daha dikkatli davranmaktadırlar; bunun bir nedeni, yanlış tedaviden dolayı zarar gören hastaların yasal yollara gittikçe daha çok başvurmaya başlamalarıdır. Bu nedenle hastaların, kendi alışkanlıklarının da tedavinin sonucunu etkileyebileceği, ortaya çıkacak olumsuz sonuca tedaviden çok, kendi tutumlarının yol açabileceği konusunda uyarılmaları yerinde olur.
Sigara içme alışkanlığı
Sigara içme alışkanlığının sağlığa çok zararlı olduğu apaçık ortadadır. Bu alışkanlığın kalp krizi, kan pıhtılaşması, felçler ve akciğer kanseriyle yakından bağıntısı vardır; aslında sigara içenlerin üçte biri, bu alışkanlığa bağlı bir hastalıktan ölür. Bu nedenle, bir sigara tiryakisinin, hormon tedavisi yapmakta pek de istekli olmayan hekimini, bu tedaviyi uygulamaya zorlaması, bir yıl sonra ortaya çıkabilecek damar tıkanmasından doktorunu sorumlu tutması pek doğru bir tutum olmaz. Hastanın 30 yılı aşkın bir süredir içmekte olduğu sigaranın, bu duruma yol açmış olması, çok daha büyük bir ihtimaldir.
Gözleri gören, kulakları duyan herkes, sigara içme alışkanlığının ne denli tehlikeli olduğunu vurgulayıp duran ilanları görmüş olmalıdır. Sigarayla östrojenin bir araya gelmesi, diyelim ki, sigarayla domates çorbasının biraraya gelmesinden daha tehlikeli değildir aslında; tıpkı sigara içmekle araba kullanmanın bir arada büyük bir tehlike yaratmaması gibi. Bu örnekler, söz konusu olabilecek sakıncaları tam olarak anlatabilmek amacıyla verilmiştir. Sigara içen kadınların östrojen almaları durumunda tehlike birazcık daha artar, ama tek başına östrojen bu tür bir hastalık tehlikesini artırıcı bir etken değildir. Bizler, bir yandan menopoz belirtilerinin giderilmesi için östrojen tedavisini önerirken, bir yandan da verebileceğimiz en iyi öğüdün sigarayı bırakmak olduğunu söyleyebiliriz.
Aşırı kilo alma
Aşırı kiloların kan basıncının yükselmesiyle (hipertansiyonla) çok yakından bağıntısı vardır; bu da trombozave kalp hastalıklarına yol açar. Ayrıca, yatkın olanlarda şeker hastalığı tehlikesini de artırabilir. Bundan başka menopozun getirdiği sorunların çoğu, insanı kilo almayı kolaylaştıracak bir yaşama biçimine iter; bunun nedeni hareketsizliğin artması, fazla yeme ya da her akşam alınan içki miktarının birazcık daha artırılması olabilir.
Menopozdan sonra, kilo alma eğiliminin artmasında hormonlara bağlı nedenler de sözkonusudur. Yapılan deneyler, yumurtalıkları çıkarılan hayvanların da kilo aldığını göstermiştir; ama bu küçük artış, az dozda verilen östrojenle yeniden kaybedilmiştir. Benzer biçimde, kadınlarda da yitirilen östrojenin doğru miktarlarda yerine kormasil kilo kaybı yaratabilir; bununla birlikte kadınların çoğu, hormonların kendilerine kilo aldıracağından korkarlar; eğer verilen doz uygunsa, bu korku yersizdir. Aşırı şişmanlıktan elbette kaçınmaya çalışmak gerekir; ama gariptir ki şişman kadınlar menopozu daha hafif atlatırlar, çünkü yağ dokularında salgılanan başka bazı hormonlarda da östrojen üretimi vardır.
İnsanın formunu Koruması, düşük kalorili bir yemek rejimini akıllıca izleyerek kilo almaktan kaçınması, özellikle menopoz döneminde sağlıklı yaşamanın önemli bir parçasıdır. Kilolarınız artıyorsa bunun nedeni çok açıktır: Gerektiğinden fazla yemek yiyorsunuz demektir
Diğer etkenler
Tedavi edilmeyen yüksek kan basıncı (yüksek tansiyon) da hormon tedavisinin uygulanmamasını gerektiren bir göstergedir; ama tansiyon düşürücü ilaçlar kullanılarak kan basıncının denetim altına alınmasından sonra, menopoz belirtileri gerçekten ağırsa, östrojen verilebilir. Şeker hastalığının da östrojen tedavisini engelleyici bir neden olduğuna inanılır; oysa, bu inancın yanlış olduğu kanıtlanmıştır. Bazı vakalarda, şekerin denetim altına alınması bir süre güçlük yaratabileceğinden şeker hastalığını tedavi etmek için verilen ilaçlarda ayarlama yapılması gerekebilir; ama östrojen tedavisi için hiçbir ciddi engel söz konusu değildir. Bu konuda asıl güçlük, şekerli kadınların, kalp krizi ve belki kan pıhtılaşması gibi komplikasyonlara açık olmalarıdır; bu nedenle östrojenin dikkatli kullanılması gerekir. Bununla birlikte, düşük doğal östrojen dozlarının kan şekeri düzeyleri üzerindeki etkisini araştırmak amacıyla yapılan geniş laboratuvar araştırmaları, tehlike yaratacak hiçbir değişikliğin yer almadığını göstermiştir.
Menopoz Klinikleri
Menopoz Klinikleri
Hollanda'da ruhbilimciler, ruh hekimleri, beslenme uzmanları, doktorlar ve jinekologların konsültasyon yaparak çalıştıkları menopoz klinikleri kurulmuştur; böylece, yalnızca hormon eksikliğinin değil, bir bütün olarak kadının ele alınması ve tedavisi amaçlanmaktadır. Oysa İngiltere ve başka bazı ülkelerde menopoz klinikleri çoğu zaman belli sorunlar üzerinde dururlar: Kadının gerçekten östrojene ihtiyacı olup olmadığına karar verir ya da hormon tedavisinin yararlarını artırmak, sakıncalarını azaltmak amacıyla en uygun östrojen ve projestojen bileşimini bulmaya çalışırlar.
Menopoz kliniğine ya da doktorunuza ilk gittiğinizde, o zamana dek geçirdiğiniz hastalıklarla ilgili her şeyin anlatılması, genel muayenenin yapılması, bu arada kilonun ve kan basıncının ölçülmesi gerekir; ayrıca göğüslerinizin ve karın bölgesindeki organlarınızın da normal durumda olduğu kesin olarak belirlenmelidir. Bu, organların içten muayene edilmesi anlamına gelir; bu muayeneye, serviks kanserini başlangıç aşamasında teşhis edebilmek için gerekli olan ve çoğu zaman 'Pap testi' de denen rahim boynundan alınan parçanın laboratuvar testinden geçirilmesi de dahildir.
Hollanda'da ruhbilimciler, ruh hekimleri, beslenme uzmanları, doktorlar ve jinekologların konsültasyon yaparak çalıştıkları menopoz klinikleri kurulmuştur; böylece, yalnızca hormon eksikliğinin değil, bir bütün olarak kadının ele alınması ve tedavisi amaçlanmaktadır. Oysa İngiltere ve başka bazı ülkelerde menopoz klinikleri çoğu zaman belli sorunlar üzerinde dururlar: Kadının gerçekten östrojene ihtiyacı olup olmadığına karar verir ya da hormon tedavisinin yararlarını artırmak, sakıncalarını azaltmak amacıyla en uygun östrojen ve projestojen bileşimini bulmaya çalışırlar.
Menopoz kliniğine ya da doktorunuza ilk gittiğinizde, o zamana dek geçirdiğiniz hastalıklarla ilgili her şeyin anlatılması, genel muayenenin yapılması, bu arada kilonun ve kan basıncının ölçülmesi gerekir; ayrıca göğüslerinizin ve karın bölgesindeki organlarınızın da normal durumda olduğu kesin olarak belirlenmelidir. Bu, organların içten muayene edilmesi anlamına gelir; bu muayeneye, serviks kanserini başlangıç aşamasında teşhis edebilmek için gerekli olan ve çoğu zaman 'Pap testi' de denen rahim boynundan alınan parçanın laboratuvar testinden geçirilmesi de dahildir.
Menopozun Tedavisi Menapoz Tedavi
Menopoz Tedavisi Çeşitleri, Menopozun Tedavisi
Tedavinin ana maddelerini östrojenler oluşturur ve bunlar üç değişik yolla verilebilir:
1. Tablet olarak ağızdan,
2. Tüple vücuda hormon gömerek,
3. İğneyle.
Üçüncü yöntemin haftada en az bir kez uygulanması gerekir; bu nedenle bu yol pratik değildir.
Bu yöntemler, rahmin alınmış olup olmamasına göre, değişik biçimlerde uygulanır: rahmi alınmamış olan bir kadında, östrojenin yanısıra projestojen de verilerek aylık kanamalar yaratılır; ama rahmi olmayan (ameliyatla alınmış olan) kadınlarda yalnızca östrojen verilir ve kanama yaratılmaz. Bu ayrımın yapılması, östrojenin kaçınılmaz bir yan etki olarak rahmin çeperlerini aşırı uyarmasıdır; eğer bu aşırı uyarılma durumu kesintiye uğratılmazsa, rahmin iç çeperleri, öylesine kalınlaşır ki düzensiz, ağır kanamalar ortaya çıkar. Bir kadın 30 yıl boyunca âdet görmemiş olsa ve 80 yaşında östrojen almaya başlasa, yukarıda anlatılan durum gene de ortaya çıkacaktır. Bu nedenle, en son aylık kanamadan beri ne kadar uzun bir zaman geçmiş olursa olsun, tedavi öyle ayarlanmalıdır ki, aşırı uyarılan rahim çeperi düzensiz, ağır kanamalarla atılacağına daha az ve düzenli kanamalarla dışarıya atılabilsin.
İstenerek yaratılan bu aylık kanama, yedi ilâ on gün aralıklarla projestojen tabletleri alınarak sağlanır. Projestojen yapay olarak üretilmiş projesterondur (vücudun doğal olarak, kendisinin ürettiği hormonlardan biridir); aynı hormon doğum kontrol haplarında da bulunur; projestojen, östrojenin rahim çeperini aşırı uyarmasını engellemekle birlikte, onun sağlayabileceği olumlu etkilerin hiç birini ortadan kaldırmaz. Bu yolla yaratılan aylık kanamalar, doğal aylık kanamalar değildir; en son âdetinizin üzerinden bir yıl bir süre geçmişse, yumurtalığınız kesinlikle yumurta yapmayacak ve siz de gebe kalmayacaksınız demektir. Hormon tedavisi gören kadınlarda, aylık kanamalarla birlikte doğurganlığın geri gelmeyeceği konusunda çoğu zaman güvence vermek gerekir.
Bununla birlikte, özellikle genç kadınlarda, östrojen tedavisi kesinlikle bir doğum kontrol aracı olarak anlaşılmamalıdır. Gebelikten korunmaya en son âdetin üzerinden 12 ay geçinceye kadar devam edilmelidir.
Östrojen almanın en yaygın yolu, bir aylık sürenin ilk üç haftası boyunca her gün bir tablet yutmak, son yedi ilâ on gün boyunca da östrojen tabletlerinin yanısıra bir projestojen tableti almaktır. Tabletlerin alınmadığı hafta içinde, hormonun kesilmesi nedeniyle az miktarda bir kanama görülecektir. Pek sık rastlanmamakla birlikte bazen, östrojenin bu yöntemle alındığı durumlarda, tedavinin kesildiği hafta içinde âdetten kesilme belirtileri yeniden ortaya çıkabilir; bu istenmiyorsa, o hafta boyunca her gün östrojen alınabilir. O zaman projestojenin her ay alınması unutulmamalıdır; çünkü sürekli olarak östrojen almak, kesinlikle rahim çeperinin aşırı uyarılmasına yol açacaktır.
Cinsel sorunlar, depresyon ya da yorgunluğun ağır bastığı durumlarda, vücuda tüp içinde hormon gömme yöntemi salık verilir. Bu tüplerde bulunan östrojen, ateş basmalarının ve vajina kuruluğunun giderilmesinde tabletler kadar etkilidir; ama kadının enerjisini artıracak, ona genel sağlığını yeniden kazandıracak ve cinsel isteğini artıracak olan hormon, bu tüplerin içinde bulunan testosterondur. Bu yaştaki pek çok kadının şikâyetlerine neden olan depresyonu gidermenin, onlara sağlıklı olma duygusunu yeniden kazandırmanın ve içine düştükleri letarjiden onları kurtarmanın tek yolu, bazen bu tedavi yöntemidir.
Bu küçük tüpler, trokar denen madeni bir araç yardımıyla karın derisinin altına yerleştirilir. Tüp orada, karın duvarının yağ dokusu içinde gömülü olarak kalır. Bu işlem, deri altına yapılan bir iğne yardımıyla lokal anestezi uygulanarak gerçekleştirilir; acı vermez ve iki dakika gibi kısa bir süre içinde tamamlanır. Tüp, altı ay boyunca sürekli olarak hormon salgılar; östrojen tabletleri alınırken yapıldığı gibi, rahim çeperinin aşırı uyarılmasından dolayı doğabilecek düzensiz kanamaları engellemek amacıyla, projestojen de almak gerekir. Gömülen tübün içindeki doz, kişisel gereksinmelere göre ayarlanarak biraz değiştirilebilir; örneğin kadınların hepsi için testosteron gerekli olmayabilir; bazılarının östrojen gereksinmesi de öbürlerine göre daha az olabilir.
Histerektomi geçiren kadınlara, doktorlar, östrojeni arada bir hafta kesmeden ve projestojen olmadan verirler. Bununla birlikte projestojenin göğüsleri kanserden koruduğuna inanan doktorlarda vardır; bu doktorlar genellikle östrojenle birlikte projestojenin de verilmesinden yanadırlar.
Menopoz Tedavisinin Yan Etkileri
Östrojen tedavisinin yan etkileri çok azdır; bu etkiler, ortaya çıktıkları zaman bile çok kısa sürelidir. Bazen ilk teşhis yanlış olabilir; yakınmalara neden olan sorunlar aslında menopoza bağlı değildir; bu nedenle verilen östrojen hiçbir işe yaramamakla kalmaz, zaten dengesiz olan bir kişiliği daha da sarsar.
Tedavinin ilk haftası içinde göğüslerin, adet öncesinde olduğu gibi biraz şiştiği hissedilebilir. Ağızdan östrojen almakta olan kadınlar, pek nadir olarak bazen mide bulantısı hissedebilirler, ama bu da geçicidir; östrojenin tüp gömülerek verilmesi ve sindirim organlarından geçmemesi durumunda bu sorun da kendiliğinden ortadan kalkmış olacaktır.
Doktorlar, normal olarak vücutları biraz kıllı olan kadınlara, içinde testoteron bulunan hormon tüpü gömmekten çekinirler; çünkü bazı kadınların yüzlerindeki ince tüylerde bu hormon nedeniyle biraz artma ve büyüme görülebilir. Ama kadınlar kesinlikle bu tedaviden dolayı sakallı ve bıyıklı bir duruma gelmezler! Biraz fazlaca kıllı olan kadınların vücut kılları, yaşlandıkça zaten kalınlaşır; menopoz için önerilen dozlarda verilecek östrojenin kıllar üzerinde çoğu zaman ya hiçbir etkisi olmaz ya da pek az bir etki söz konusudur.
Tedavinin ana maddelerini östrojenler oluşturur ve bunlar üç değişik yolla verilebilir:
1. Tablet olarak ağızdan,
2. Tüple vücuda hormon gömerek,
3. İğneyle.
Üçüncü yöntemin haftada en az bir kez uygulanması gerekir; bu nedenle bu yol pratik değildir.
Bu yöntemler, rahmin alınmış olup olmamasına göre, değişik biçimlerde uygulanır: rahmi alınmamış olan bir kadında, östrojenin yanısıra projestojen de verilerek aylık kanamalar yaratılır; ama rahmi olmayan (ameliyatla alınmış olan) kadınlarda yalnızca östrojen verilir ve kanama yaratılmaz. Bu ayrımın yapılması, östrojenin kaçınılmaz bir yan etki olarak rahmin çeperlerini aşırı uyarmasıdır; eğer bu aşırı uyarılma durumu kesintiye uğratılmazsa, rahmin iç çeperleri, öylesine kalınlaşır ki düzensiz, ağır kanamalar ortaya çıkar. Bir kadın 30 yıl boyunca âdet görmemiş olsa ve 80 yaşında östrojen almaya başlasa, yukarıda anlatılan durum gene de ortaya çıkacaktır. Bu nedenle, en son aylık kanamadan beri ne kadar uzun bir zaman geçmiş olursa olsun, tedavi öyle ayarlanmalıdır ki, aşırı uyarılan rahim çeperi düzensiz, ağır kanamalarla atılacağına daha az ve düzenli kanamalarla dışarıya atılabilsin.
İstenerek yaratılan bu aylık kanama, yedi ilâ on gün aralıklarla projestojen tabletleri alınarak sağlanır. Projestojen yapay olarak üretilmiş projesterondur (vücudun doğal olarak, kendisinin ürettiği hormonlardan biridir); aynı hormon doğum kontrol haplarında da bulunur; projestojen, östrojenin rahim çeperini aşırı uyarmasını engellemekle birlikte, onun sağlayabileceği olumlu etkilerin hiç birini ortadan kaldırmaz. Bu yolla yaratılan aylık kanamalar, doğal aylık kanamalar değildir; en son âdetinizin üzerinden bir yıl bir süre geçmişse, yumurtalığınız kesinlikle yumurta yapmayacak ve siz de gebe kalmayacaksınız demektir. Hormon tedavisi gören kadınlarda, aylık kanamalarla birlikte doğurganlığın geri gelmeyeceği konusunda çoğu zaman güvence vermek gerekir.
Bununla birlikte, özellikle genç kadınlarda, östrojen tedavisi kesinlikle bir doğum kontrol aracı olarak anlaşılmamalıdır. Gebelikten korunmaya en son âdetin üzerinden 12 ay geçinceye kadar devam edilmelidir.
Östrojen almanın en yaygın yolu, bir aylık sürenin ilk üç haftası boyunca her gün bir tablet yutmak, son yedi ilâ on gün boyunca da östrojen tabletlerinin yanısıra bir projestojen tableti almaktır. Tabletlerin alınmadığı hafta içinde, hormonun kesilmesi nedeniyle az miktarda bir kanama görülecektir. Pek sık rastlanmamakla birlikte bazen, östrojenin bu yöntemle alındığı durumlarda, tedavinin kesildiği hafta içinde âdetten kesilme belirtileri yeniden ortaya çıkabilir; bu istenmiyorsa, o hafta boyunca her gün östrojen alınabilir. O zaman projestojenin her ay alınması unutulmamalıdır; çünkü sürekli olarak östrojen almak, kesinlikle rahim çeperinin aşırı uyarılmasına yol açacaktır.
Cinsel sorunlar, depresyon ya da yorgunluğun ağır bastığı durumlarda, vücuda tüp içinde hormon gömme yöntemi salık verilir. Bu tüplerde bulunan östrojen, ateş basmalarının ve vajina kuruluğunun giderilmesinde tabletler kadar etkilidir; ama kadının enerjisini artıracak, ona genel sağlığını yeniden kazandıracak ve cinsel isteğini artıracak olan hormon, bu tüplerin içinde bulunan testosterondur. Bu yaştaki pek çok kadının şikâyetlerine neden olan depresyonu gidermenin, onlara sağlıklı olma duygusunu yeniden kazandırmanın ve içine düştükleri letarjiden onları kurtarmanın tek yolu, bazen bu tedavi yöntemidir.
Bu küçük tüpler, trokar denen madeni bir araç yardımıyla karın derisinin altına yerleştirilir. Tüp orada, karın duvarının yağ dokusu içinde gömülü olarak kalır. Bu işlem, deri altına yapılan bir iğne yardımıyla lokal anestezi uygulanarak gerçekleştirilir; acı vermez ve iki dakika gibi kısa bir süre içinde tamamlanır. Tüp, altı ay boyunca sürekli olarak hormon salgılar; östrojen tabletleri alınırken yapıldığı gibi, rahim çeperinin aşırı uyarılmasından dolayı doğabilecek düzensiz kanamaları engellemek amacıyla, projestojen de almak gerekir. Gömülen tübün içindeki doz, kişisel gereksinmelere göre ayarlanarak biraz değiştirilebilir; örneğin kadınların hepsi için testosteron gerekli olmayabilir; bazılarının östrojen gereksinmesi de öbürlerine göre daha az olabilir.
Histerektomi geçiren kadınlara, doktorlar, östrojeni arada bir hafta kesmeden ve projestojen olmadan verirler. Bununla birlikte projestojenin göğüsleri kanserden koruduğuna inanan doktorlarda vardır; bu doktorlar genellikle östrojenle birlikte projestojenin de verilmesinden yanadırlar.
Menopoz Tedavisinin Yan Etkileri
Östrojen tedavisinin yan etkileri çok azdır; bu etkiler, ortaya çıktıkları zaman bile çok kısa sürelidir. Bazen ilk teşhis yanlış olabilir; yakınmalara neden olan sorunlar aslında menopoza bağlı değildir; bu nedenle verilen östrojen hiçbir işe yaramamakla kalmaz, zaten dengesiz olan bir kişiliği daha da sarsar.
Tedavinin ilk haftası içinde göğüslerin, adet öncesinde olduğu gibi biraz şiştiği hissedilebilir. Ağızdan östrojen almakta olan kadınlar, pek nadir olarak bazen mide bulantısı hissedebilirler, ama bu da geçicidir; östrojenin tüp gömülerek verilmesi ve sindirim organlarından geçmemesi durumunda bu sorun da kendiliğinden ortadan kalkmış olacaktır.
Doktorlar, normal olarak vücutları biraz kıllı olan kadınlara, içinde testoteron bulunan hormon tüpü gömmekten çekinirler; çünkü bazı kadınların yüzlerindeki ince tüylerde bu hormon nedeniyle biraz artma ve büyüme görülebilir. Ama kadınlar kesinlikle bu tedaviden dolayı sakallı ve bıyıklı bir duruma gelmezler! Biraz fazlaca kıllı olan kadınların vücut kılları, yaşlandıkça zaten kalınlaşır; menopoz için önerilen dozlarda verilecek östrojenin kıllar üzerinde çoğu zaman ya hiçbir etkisi olmaz ya da pek az bir etki söz konusudur.
Menopoz Rahim Kanseri Menapoz
Menopoz ve Rahim Kanseri, Rahim Hastalıkları
İki tür rahim kanseri vardır: Rahim boynu (serviks) kanseri ve rahim çeperi (endometriyum) kanseri. Son beş yıl içinde, östrojen alan hastalarda, öncelikle de menopoz belirtilerinin ortadan kaldırılması için östrojen tedavisine tabi tutulan hastalarda, ikinci tür kansere yakalanma tehlikesinin arttığı yolunda güçlü savlar ileri sürülmüştür. Bu araştırma Birleşik Amerika'da yapılmıştır; kitle iletişim araçlarında enine boyuna açıklanıp tartışıldıktan sonra, hormon tedavisi gören kadınlar arasında büyük bir korkuya yol açmış ve hormon tedavilerini bir süre yavaşlatmıştır.
Şimdi artık kesinlikle bilinmektedir ki bu tehlike, projestojen verilmeden yalnızca östrojen alan, yüksek dozlarda östrojen uygulanan ve tedavinin sürdüğü yıllar boyunca iyi denetlenmeyen hastalarda söz-konusu olmuştur. Ayrıca, rahim çeperinin aşırı uyarılmasına, yanlış olarak kanser teşhisi konduğu, oysa doğru teşhisin aşırı büyüme (hiperplazi), endometriyumdaki hücre sayısında anormal bir artış olması gerektiği görüşü ağırlık kazanmıştır. Bu görüş, östrojen alan hastalarda ortaya çıkan 'kanserler'in yüzde 80'inin hafif derecede kanser olduğunun görülmesiyle de desteklenmiştir; bu vakaların daha sonra izlenmesiyle görülmüştür ki kansere yakalanan hastaların yüzde yüzü, en az beş yıl yaşamışlardır! Bu hastaların aslında kanser olmadıkları, çok daha hafif bir rahatsızlık olan hiperplaziden yakındıkları çok açık bir biçimde kanıtlanmıştır.
Bununla birlikte hiperplazi de kaçınılması gereken bir durumdur; bu nedenle doktorlar artık uzun vadeli tedavide östrojenle birlikte verilen projestojenden oluşan bileşik hormon tedavisini gerekli görmektedirler. Hastalara yalnızca altı aylık bir tedavi uygulanacaksa, belirtileri ortadan kaldırmak için gereken en az dozda östrojen verilmesi doğru olur; östrojen, dört haftalık bir süre içinde üç hafta boyunca sürdürülür. Öte yandan, daha uzun süreli bir tedavi gerekiyorsa, aşırı büyümeyi önleyen projestojenin de ayda yedi ilâ on gün boyunca verilmesi şarttır. Böylece hormonun kesilmesiyle kanama sağlanmış ve endometriyumun zarar görmesi sakıncası ortadan kaldırılmış olur.
Östrojen tedavisinin kanser tehlikesi yarattığı yolundaki ilk raporlardan sonra geçen beş yıl içinde doktorlar artık, gerçek olsun, olmasın, bu sakıncanın bileşik hormon tedavisiyle ortadan kaldırılabileceğinden emindirler. Elbette bunun için, uzun vadeli tedavi gören hastaların aylık kanamaları kabul etmeye hazır olmaları gerekir. İstenmese de buna, tedavinin bîr parçası olarak katlanmak gerekecektir.
İki tür rahim kanseri vardır: Rahim boynu (serviks) kanseri ve rahim çeperi (endometriyum) kanseri. Son beş yıl içinde, östrojen alan hastalarda, öncelikle de menopoz belirtilerinin ortadan kaldırılması için östrojen tedavisine tabi tutulan hastalarda, ikinci tür kansere yakalanma tehlikesinin arttığı yolunda güçlü savlar ileri sürülmüştür. Bu araştırma Birleşik Amerika'da yapılmıştır; kitle iletişim araçlarında enine boyuna açıklanıp tartışıldıktan sonra, hormon tedavisi gören kadınlar arasında büyük bir korkuya yol açmış ve hormon tedavilerini bir süre yavaşlatmıştır.
Şimdi artık kesinlikle bilinmektedir ki bu tehlike, projestojen verilmeden yalnızca östrojen alan, yüksek dozlarda östrojen uygulanan ve tedavinin sürdüğü yıllar boyunca iyi denetlenmeyen hastalarda söz-konusu olmuştur. Ayrıca, rahim çeperinin aşırı uyarılmasına, yanlış olarak kanser teşhisi konduğu, oysa doğru teşhisin aşırı büyüme (hiperplazi), endometriyumdaki hücre sayısında anormal bir artış olması gerektiği görüşü ağırlık kazanmıştır. Bu görüş, östrojen alan hastalarda ortaya çıkan 'kanserler'in yüzde 80'inin hafif derecede kanser olduğunun görülmesiyle de desteklenmiştir; bu vakaların daha sonra izlenmesiyle görülmüştür ki kansere yakalanan hastaların yüzde yüzü, en az beş yıl yaşamışlardır! Bu hastaların aslında kanser olmadıkları, çok daha hafif bir rahatsızlık olan hiperplaziden yakındıkları çok açık bir biçimde kanıtlanmıştır.
Bununla birlikte hiperplazi de kaçınılması gereken bir durumdur; bu nedenle doktorlar artık uzun vadeli tedavide östrojenle birlikte verilen projestojenden oluşan bileşik hormon tedavisini gerekli görmektedirler. Hastalara yalnızca altı aylık bir tedavi uygulanacaksa, belirtileri ortadan kaldırmak için gereken en az dozda östrojen verilmesi doğru olur; östrojen, dört haftalık bir süre içinde üç hafta boyunca sürdürülür. Öte yandan, daha uzun süreli bir tedavi gerekiyorsa, aşırı büyümeyi önleyen projestojenin de ayda yedi ilâ on gün boyunca verilmesi şarttır. Böylece hormonun kesilmesiyle kanama sağlanmış ve endometriyumun zarar görmesi sakıncası ortadan kaldırılmış olur.
Östrojen tedavisinin kanser tehlikesi yarattığı yolundaki ilk raporlardan sonra geçen beş yıl içinde doktorlar artık, gerçek olsun, olmasın, bu sakıncanın bileşik hormon tedavisiyle ortadan kaldırılabileceğinden emindirler. Elbette bunun için, uzun vadeli tedavi gören hastaların aylık kanamaları kabul etmeye hazır olmaları gerekir. İstenmese de buna, tedavinin bîr parçası olarak katlanmak gerekecektir.
Menopoz Tedavisi Oneriler Hakkinda Bilgiler
Menopoz Tedavisi İçin Öneriler, Menopoz Hakkında
Bugün artık her türlü sorunun çözümü için kendi kendine yardım grupları kurmak moda olmuştur; gene de anlaşıldığına göre kadınlar, temelde gençliğe böylesine önem veren bir toplum içinde, orta yaşlılıktan kaynaklanan bir sorunun çözülebilmesinde kendilerinin yardıma ihtiyaçları olduğunu söylemekten çekiniyorlar. Bununla birlikte, bazı etkenler dikkate alındığında menopozun yarattığı endişelerin çoğundan kaçınmak mümkündür.
Ateş basmaları: Baharatlı ve diğer acılı yiyeceklerden, bu arada alkolden kaçının. Yeni insanlarla tanışacağınız bir odaya girmeden önce, derin derin nefes alın ve rahatlayın. Yapay kumaşlar teri emmez; bu nedenle sizi terletecek, yapış yapış olacak naylondan yapılmış iç çamaşırları değil, pamuk gibi doğal liflerden yapılmış iç çamaşırları giyin; bu da sizi rahatlatacaktır. Sıkı korseler de mide kaslarını tembelleştirecektir; korse giyerek elde edeceğiniz sonuç, şişmanlığınızı örtmek için katlandığınız zahmete değmeyecektir. İyi bir yiyecek rejiminin ve jimnastiğin sağlayacağı yararlar ne denli vurgulansa azdır.
Cinsel Sorunlar: Yararı oluyorsa KY jölesi (kremi) kullanın; eczacınıza bu kremi neden aldığınızı söylemek zorunda değilsiniz. Bu konuyla ilgili birkaç kitap alıp okuyun; hiç değilse o zaman ne gibi zorluklarla karşılaşabileceğiniz konusunda bilginiz olacaktır.
Kendine güven: Kitle iletişim araçları, sürekli olarak gençliği ve güzelliği vurgulamaktadır; hepimiz bu ideallerin etkisi altında kalıyoruz. Bu konular üzerinde iyice düşünüp yanlış yönlerini görebiliyorsanız ne mutlu size! Göremiyorsanız yakınmayı bırakın ve bu konuda elinizden ne geliyorsa yapın. Bir sağlık çiftliğine gitmek ya da her gün biftek yemek çok pahalı yöntemler olabilir; ama her gün yediklerinizin yarısını yerseniz, hem paradan tasarruf etmiş olursunuz, hem de zayıflarsınız! Her hafta yarım kilo kaybetmek demek, yılda 12 kilo kaybetmek demektir. Bu hiç de küçümsenecek bir kilo kaybı değildir; ayrıca kilo kaybı, daha sıkı bir tıbbi denetim altında tutulması gereken çok şişman kadınlarda daha çabuk farkedilir. Fazla yemek sizin için çok büyük bir zevk, vazgeçilmez bir doyum kaynağıysa, o zaman da kendinizi rahat bırakın ve durumu kabullenin; ama rejim yapmanın olanaksızlığından söz açmayın - kimse size zorla yemek yedirmiyor! Rahatlatıcı jimnastik ya da yoga derslerine gidin; vücudunuzdan ve görüşünüzden memnun oluncaya kadar uğraşın. Kendinize olan güveniniz kesinlikle artacak.
Bugün artık her türlü sorunun çözümü için kendi kendine yardım grupları kurmak moda olmuştur; gene de anlaşıldığına göre kadınlar, temelde gençliğe böylesine önem veren bir toplum içinde, orta yaşlılıktan kaynaklanan bir sorunun çözülebilmesinde kendilerinin yardıma ihtiyaçları olduğunu söylemekten çekiniyorlar. Bununla birlikte, bazı etkenler dikkate alındığında menopozun yarattığı endişelerin çoğundan kaçınmak mümkündür.
Ateş basmaları: Baharatlı ve diğer acılı yiyeceklerden, bu arada alkolden kaçının. Yeni insanlarla tanışacağınız bir odaya girmeden önce, derin derin nefes alın ve rahatlayın. Yapay kumaşlar teri emmez; bu nedenle sizi terletecek, yapış yapış olacak naylondan yapılmış iç çamaşırları değil, pamuk gibi doğal liflerden yapılmış iç çamaşırları giyin; bu da sizi rahatlatacaktır. Sıkı korseler de mide kaslarını tembelleştirecektir; korse giyerek elde edeceğiniz sonuç, şişmanlığınızı örtmek için katlandığınız zahmete değmeyecektir. İyi bir yiyecek rejiminin ve jimnastiğin sağlayacağı yararlar ne denli vurgulansa azdır.
Cinsel Sorunlar: Yararı oluyorsa KY jölesi (kremi) kullanın; eczacınıza bu kremi neden aldığınızı söylemek zorunda değilsiniz. Bu konuyla ilgili birkaç kitap alıp okuyun; hiç değilse o zaman ne gibi zorluklarla karşılaşabileceğiniz konusunda bilginiz olacaktır.
Kendine güven: Kitle iletişim araçları, sürekli olarak gençliği ve güzelliği vurgulamaktadır; hepimiz bu ideallerin etkisi altında kalıyoruz. Bu konular üzerinde iyice düşünüp yanlış yönlerini görebiliyorsanız ne mutlu size! Göremiyorsanız yakınmayı bırakın ve bu konuda elinizden ne geliyorsa yapın. Bir sağlık çiftliğine gitmek ya da her gün biftek yemek çok pahalı yöntemler olabilir; ama her gün yediklerinizin yarısını yerseniz, hem paradan tasarruf etmiş olursunuz, hem de zayıflarsınız! Her hafta yarım kilo kaybetmek demek, yılda 12 kilo kaybetmek demektir. Bu hiç de küçümsenecek bir kilo kaybı değildir; ayrıca kilo kaybı, daha sıkı bir tıbbi denetim altında tutulması gereken çok şişman kadınlarda daha çabuk farkedilir. Fazla yemek sizin için çok büyük bir zevk, vazgeçilmez bir doyum kaynağıysa, o zaman da kendinizi rahat bırakın ve durumu kabullenin; ama rejim yapmanın olanaksızlığından söz açmayın - kimse size zorla yemek yedirmiyor! Rahatlatıcı jimnastik ya da yoga derslerine gidin; vücudunuzdan ve görüşünüzden memnun oluncaya kadar uğraşın. Kendinize olan güveniniz kesinlikle artacak.
Menopoz Sik Karsilasilan Sorunlar
Menopoz Sık Karşılaşılan Sorunlar
Soru: Doğum kontrolünü son âdetten ne kadar süre sonra bırakabilirim?Cevap: 12 ay sonra.
Soru: Doktorum bana hormon tedavisi uygulamaya başladı; üçüncü haftada almam gereken küçük, beyaz projestojen tabletlerinden nefret ediyorum. Vücudum şişiyor, kilo alıyorum, başım ağrıyor; kanama sancılı oluyor; göğüslerim şişiyor ve ağrıyor; depresyona giriyorum; zamanlı zamansız ağlamak istiyorum. Bu tabletleri ille de almam gerekiyor mu?
Cevap: Hastaların küçük bir kısmında bu projestojen tabletleri yakınmalara yol açıyor; ama bunlar, rahim çeperinin aşırı biçimde uyarılmasını engellemek için gereklidir. Belki doktorunuz size aynı ilacı başka bir biçimde verebilir.
Soru: Annem 39 yaşında menopoz geçirdi. Ben de aynı yaşta mı geçireceğim?
Cevap: Belki; ama bu sizde de herşey annenizde olduğu gibi olacak demek değildir.
Soru: Hormon tedavisi görürsem, kilo almaktan korkuyorum. Kaç kilo alırım acaba?
Cevap: Aldığınız ve yakamadığınız her 3000 kalori için yarım kilo alırsınız. Östrojen tabletlerinde kalori yoktur.
Soru: Ostrojen, cildimdeki kuruluğu giderir mi?
Cevap: Uzun süre alındığında ostrojen tabletleri deri yağlılığını artırarak kuruluğu giderebilir. Ama kırışıklıklara engel olamaz.
Soru: Menopozdan sonra insan erkekleşir mi?
Cevap: Hayır. Menopozdan önce de, sonra da kadınca bir görünüm içinde olmak mümkündür. Ancak, 'kıllı' ailelerden gelen kadınların yüz kıllarında ergenlikten sonraki herhangi bir dönemde hafif bir artma görülebilir; ayrıca kadınlar hiçbir zaman kel olmazlar. Göğüsler, yaşlılığın normal sonucu olarak küçülür - göğüsleri eski diriliğinde tutabilecek ölçüde çok hormon almak mümkün değildir. 30 yaşında kalın sesli olan bir kadın 60 yaşında da kalın sesli olacaktır. Bir kadını erkeğe dönüştürmek ya da bunun tersi mümkün değildir- ameliyatlardan alınan sonuçlar bile pek başarılı sayılamaz.
Soru: 64 yaşındayım. Herhalde artık bende kanama yaratılamaz.
Cevap: Evet, yaratılabilir; tabii eğer altı ay süresince hormon tedavisi görmeye hazırsanız. Kanamasız hormon tedavisi için henüz bir formül bulunabilmiş değildir.
Soru: 60 yaşındayım. Aylık kanamalarım yeniden başlarsa, gebe kalabilir miyim?
Cevap: Hayır. Bu kanamalar, yumurta oluşumu nedeniyle olmadığından, gebelik söz konusu değildir. Aslında bu kanamalar ilacın, başka bir deyişle hormonun kesilmesiyle yaratılan kanamalardır; normal âdet kanamaları değildir.
Soru: Doğum kontrolünü son âdetten ne kadar süre sonra bırakabilirim?Cevap: 12 ay sonra.
Soru: Doktorum bana hormon tedavisi uygulamaya başladı; üçüncü haftada almam gereken küçük, beyaz projestojen tabletlerinden nefret ediyorum. Vücudum şişiyor, kilo alıyorum, başım ağrıyor; kanama sancılı oluyor; göğüslerim şişiyor ve ağrıyor; depresyona giriyorum; zamanlı zamansız ağlamak istiyorum. Bu tabletleri ille de almam gerekiyor mu?
Cevap: Hastaların küçük bir kısmında bu projestojen tabletleri yakınmalara yol açıyor; ama bunlar, rahim çeperinin aşırı biçimde uyarılmasını engellemek için gereklidir. Belki doktorunuz size aynı ilacı başka bir biçimde verebilir.
Soru: Annem 39 yaşında menopoz geçirdi. Ben de aynı yaşta mı geçireceğim?
Cevap: Belki; ama bu sizde de herşey annenizde olduğu gibi olacak demek değildir.
Soru: Hormon tedavisi görürsem, kilo almaktan korkuyorum. Kaç kilo alırım acaba?
Cevap: Aldığınız ve yakamadığınız her 3000 kalori için yarım kilo alırsınız. Östrojen tabletlerinde kalori yoktur.
Soru: Ostrojen, cildimdeki kuruluğu giderir mi?
Cevap: Uzun süre alındığında ostrojen tabletleri deri yağlılığını artırarak kuruluğu giderebilir. Ama kırışıklıklara engel olamaz.
Soru: Menopozdan sonra insan erkekleşir mi?
Cevap: Hayır. Menopozdan önce de, sonra da kadınca bir görünüm içinde olmak mümkündür. Ancak, 'kıllı' ailelerden gelen kadınların yüz kıllarında ergenlikten sonraki herhangi bir dönemde hafif bir artma görülebilir; ayrıca kadınlar hiçbir zaman kel olmazlar. Göğüsler, yaşlılığın normal sonucu olarak küçülür - göğüsleri eski diriliğinde tutabilecek ölçüde çok hormon almak mümkün değildir. 30 yaşında kalın sesli olan bir kadın 60 yaşında da kalın sesli olacaktır. Bir kadını erkeğe dönüştürmek ya da bunun tersi mümkün değildir- ameliyatlardan alınan sonuçlar bile pek başarılı sayılamaz.
Soru: 64 yaşındayım. Herhalde artık bende kanama yaratılamaz.
Cevap: Evet, yaratılabilir; tabii eğer altı ay süresince hormon tedavisi görmeye hazırsanız. Kanamasız hormon tedavisi için henüz bir formül bulunabilmiş değildir.
Soru: 60 yaşındayım. Aylık kanamalarım yeniden başlarsa, gebe kalabilir miyim?
Cevap: Hayır. Bu kanamalar, yumurta oluşumu nedeniyle olmadığından, gebelik söz konusu değildir. Aslında bu kanamalar ilacın, başka bir deyişle hormonun kesilmesiyle yaratılan kanamalardır; normal âdet kanamaları değildir.
Menopoz Hakkinda Tip Terimleri
Menopoz Hakkındaki Tıp Terimleri
Böbrek üstü bezleri: Böbreklerin üstünde bulunan ve adrenalin hormonunu salgılayan küçük bezler.
Dölyatağı kuruluğu: Vajina çeperinin incelmesi.
Rahim boynu testi (Smear Test): Buna Pap testi de denir. Kanser olup olmadığını anlamak için yapılan basit bir işlemdir. Rahim boynundaki hücrelerden küçük bir örnek alınarak test yapılır. İlk iki örnekle yapılacak ilk testten sonra her kadının bu işlemi en az beş yılda bir yaptırması gereklidir.
Rahim boynu: Serviks.
Âdetten kesilme: Yumurtalıkların etkinliğinin aksamaya başlamasıdır ve genellikle menopozdan önce başlar
Âdetten kesilme sendromu: Âdetten kesilme sırasında görülen belirtilerin tümü.
Kyphosis (Dowager kamburu): Belkemiğinin belli bir biçimde çarpılması.
Mongolizm (Down sendromu): Annenin hatalı kromozomundan kaynaklanarak bebekte ortaya çıkan bedensel ve zihinsel anormallikler; bu daha çok geç yaşta doğum yapan kadınlarda görülür.
Disparöni: Cinsel ilişki sırasında acı duyma.
Endometriyum: Menopozdan önce her ay dışarıya atılarak aylık kanamayı oluşturan rahim içizarı. Bu zar kalınlaşarak döllenmiş yumurtanın rahim içine gömülmesini kolaylaştırır ve gebelik sırasında yumurtaya yataklık ederek onun büyümesini sağlar.
Fibroidler: Bunlara lifli tümör de denir: Rahimde ortaya çıkan ve kanserli olmayan lif ve kas dokusu çıkıntıları.
Folikül uyarıcı hormon (FUH): Böbrek üstü bezleri tarafından salgılanan ve yumurtalıkları etkileyen hormon.
Jenital organlar: Dış cinsel organlar.
Salgı bezi: Vücudun sağlıklı çalışabilmesi için, gerekli kimyasal maddeleri (hormonları) salgılayan bazı organlar (karaciğer, pankreas ve böbrekler) ve başka bazı küçük bezeler.
Jinekoloji: Özellikle kadınlarla ilgili hastalıklarla uğraşan tıp dalı. Jinekolog, bu alanda uzmanlaşmış bir doktordur.
Hormon: Bir bez tarafından salgılanan kimyasal madde; bu maddeler, kanla 'amaçlanan' organlara taşınarak onları uyarıp harekete geçirir.
Hiperplazi: Bedensel dokuyu oluşturan hücrelerin sayısında anormal bir artış; aşırı uyarılma durumunda bazen endometriyumda da görülebilir.
Hipertansiyon: Yüksek kan basıncı.
Histerektomi: Rahmin ameliyatla alınması. Yumurtalıkların da alınması durumunda bu ameliyata histerooferektomi denir.
İnsomnia: Uykusuzluk çekme, uyuyamama.
Kyphosis: Omurganın (belkemiğinin) doğal olmayan bir biçimde öne doğru çarpılması; bunun bir türüne 'Dovvager kamburu' denir.
Labia majora: Vajinanın dış ağzını örten büyük, dış dudaklar.
Labia minora: Vajinanın dış ağzını örten ince, iç dudaklar.
Letarji: İlginin ve enerjinin azalması (uyuşukluk).
Libido: Buna cinsel dürtü de denir; cinsel isteklilik.
Yaşamın getirdiği stresler: Yaşamı boyunca herkesi ruhsal açıdan derinden etkileyen olaylar; ergenliğe geçiş, çocuk doğurma, menopoz vb. gibi.
Menopoz: En son âdetin görüldüğü dönem; başka deyişle yumurtalıkların artık yumurta yapmamaya başlaması.
Mongolizm: Down sendromuna verilen başka bir ad. ',
Östrojen: Büyük ölçüde yumurtalıklar tarafından salgılanan, memelerin büyümesi gibi kadınsal özelliklerin ortaya çıkmasını sağlayan ve âdet kanamalarına sebep olan hormon.
Osteoporisis: Yaşlanma ve başka etkenler nedeniyle Vernik dokusu yoğunluğunun azalması; bu durur . yaşlılarda, özellikle de menopozdan hemen sjnra başlayarak kadınlarda görülür.
Ova/Ovum: Yumurtalar/yumurta.
Yumurtalık: Kadınlarda, kadın yumurta hücrelerinin içinde bulunduğu, östrojen ve projesteron hormonlarını salgılayan bez; normal olarak herbiri rahmin bir yanına gelecek biçimde duran iki yumurtalık
vardır.
Pap testi: Rahim boynundan parça alınarak yapılan testin başka bir adı.
Karın tabanı: Karnın altında bulunan ve üstteki organları taşıyan kaslar.
Leğen kemiği: Gövdenin alt tarafında bulunan ve bacakları bel kemiğine bağlayan kemikler; bu kemikler kadınlarda idrar torbasını, rektumu ve üreme organlarını içine alır.
Tükrükbezi: Beynin alt kısmına yerleşmiş, çeşitli hormonlar üreten küçük bir bez; bu hormonlar arasında yumurtalıkları uyararak östrojen ve projesteron üretimini sağlayan hormon da bulunur.
Polipler: Sap gibi uzantılar üzerinde oluşan doku birikintileri; bunlar örneğin rahmin iç çeperine yapışmış durumda olabilir.
Projesteron: Yumurtalıklarda üretilen ve gebeliğin sürdürülmesi açısından önem taşıyan hormon. Projestojen: Yapay olarak üretilmiş projesteron.
Prolapsi: Bir organ ya da yapının, vücut içindeki normal yerini değiştirmesi (rahim gibi).
Ergenlik: Üreme organlarının çalışmaya başladığı dönem; kızlarda bu, aylık kanamaların (âdetin) başlamasıyla belirlenir.
Cinsel organları örten kıllar. Labia majora (büyük dudaklar) ve leğen kemiğinin (pubis) ön kısmını oluşturan kemiklerin üstündeki deriyi kaplayan kıllar.
Ameliyat nedeniyle başlayan menopoz; Ameliyatla rahmin, bazen yumurtalıkların da alınmasıyla âdetin sona ermesi.
Sendrom: Belirtiler toplamı.
Testosteron: Erkeklik hormonu.
Tromboz: Kan pıhtısı.
Böbrek üstü bezleri: Böbreklerin üstünde bulunan ve adrenalin hormonunu salgılayan küçük bezler.
Dölyatağı kuruluğu: Vajina çeperinin incelmesi.
Rahim boynu testi (Smear Test): Buna Pap testi de denir. Kanser olup olmadığını anlamak için yapılan basit bir işlemdir. Rahim boynundaki hücrelerden küçük bir örnek alınarak test yapılır. İlk iki örnekle yapılacak ilk testten sonra her kadının bu işlemi en az beş yılda bir yaptırması gereklidir.
Rahim boynu: Serviks.
Âdetten kesilme: Yumurtalıkların etkinliğinin aksamaya başlamasıdır ve genellikle menopozdan önce başlar
Âdetten kesilme sendromu: Âdetten kesilme sırasında görülen belirtilerin tümü.
Kyphosis (Dowager kamburu): Belkemiğinin belli bir biçimde çarpılması.
Mongolizm (Down sendromu): Annenin hatalı kromozomundan kaynaklanarak bebekte ortaya çıkan bedensel ve zihinsel anormallikler; bu daha çok geç yaşta doğum yapan kadınlarda görülür.
Disparöni: Cinsel ilişki sırasında acı duyma.
Endometriyum: Menopozdan önce her ay dışarıya atılarak aylık kanamayı oluşturan rahim içizarı. Bu zar kalınlaşarak döllenmiş yumurtanın rahim içine gömülmesini kolaylaştırır ve gebelik sırasında yumurtaya yataklık ederek onun büyümesini sağlar.
Fibroidler: Bunlara lifli tümör de denir: Rahimde ortaya çıkan ve kanserli olmayan lif ve kas dokusu çıkıntıları.
Folikül uyarıcı hormon (FUH): Böbrek üstü bezleri tarafından salgılanan ve yumurtalıkları etkileyen hormon.
Jenital organlar: Dış cinsel organlar.
Salgı bezi: Vücudun sağlıklı çalışabilmesi için, gerekli kimyasal maddeleri (hormonları) salgılayan bazı organlar (karaciğer, pankreas ve böbrekler) ve başka bazı küçük bezeler.
Jinekoloji: Özellikle kadınlarla ilgili hastalıklarla uğraşan tıp dalı. Jinekolog, bu alanda uzmanlaşmış bir doktordur.
Hormon: Bir bez tarafından salgılanan kimyasal madde; bu maddeler, kanla 'amaçlanan' organlara taşınarak onları uyarıp harekete geçirir.
Hiperplazi: Bedensel dokuyu oluşturan hücrelerin sayısında anormal bir artış; aşırı uyarılma durumunda bazen endometriyumda da görülebilir.
Hipertansiyon: Yüksek kan basıncı.
Histerektomi: Rahmin ameliyatla alınması. Yumurtalıkların da alınması durumunda bu ameliyata histerooferektomi denir.
İnsomnia: Uykusuzluk çekme, uyuyamama.
Kyphosis: Omurganın (belkemiğinin) doğal olmayan bir biçimde öne doğru çarpılması; bunun bir türüne 'Dovvager kamburu' denir.
Labia majora: Vajinanın dış ağzını örten büyük, dış dudaklar.
Labia minora: Vajinanın dış ağzını örten ince, iç dudaklar.
Letarji: İlginin ve enerjinin azalması (uyuşukluk).
Libido: Buna cinsel dürtü de denir; cinsel isteklilik.
Yaşamın getirdiği stresler: Yaşamı boyunca herkesi ruhsal açıdan derinden etkileyen olaylar; ergenliğe geçiş, çocuk doğurma, menopoz vb. gibi.
Menopoz: En son âdetin görüldüğü dönem; başka deyişle yumurtalıkların artık yumurta yapmamaya başlaması.
Mongolizm: Down sendromuna verilen başka bir ad. ',
Östrojen: Büyük ölçüde yumurtalıklar tarafından salgılanan, memelerin büyümesi gibi kadınsal özelliklerin ortaya çıkmasını sağlayan ve âdet kanamalarına sebep olan hormon.
Osteoporisis: Yaşlanma ve başka etkenler nedeniyle Vernik dokusu yoğunluğunun azalması; bu durur . yaşlılarda, özellikle de menopozdan hemen sjnra başlayarak kadınlarda görülür.
Ova/Ovum: Yumurtalar/yumurta.
Yumurtalık: Kadınlarda, kadın yumurta hücrelerinin içinde bulunduğu, östrojen ve projesteron hormonlarını salgılayan bez; normal olarak herbiri rahmin bir yanına gelecek biçimde duran iki yumurtalık
vardır.
Pap testi: Rahim boynundan parça alınarak yapılan testin başka bir adı.
Karın tabanı: Karnın altında bulunan ve üstteki organları taşıyan kaslar.
Leğen kemiği: Gövdenin alt tarafında bulunan ve bacakları bel kemiğine bağlayan kemikler; bu kemikler kadınlarda idrar torbasını, rektumu ve üreme organlarını içine alır.
Tükrükbezi: Beynin alt kısmına yerleşmiş, çeşitli hormonlar üreten küçük bir bez; bu hormonlar arasında yumurtalıkları uyararak östrojen ve projesteron üretimini sağlayan hormon da bulunur.
Polipler: Sap gibi uzantılar üzerinde oluşan doku birikintileri; bunlar örneğin rahmin iç çeperine yapışmış durumda olabilir.
Projesteron: Yumurtalıklarda üretilen ve gebeliğin sürdürülmesi açısından önem taşıyan hormon. Projestojen: Yapay olarak üretilmiş projesteron.
Prolapsi: Bir organ ya da yapının, vücut içindeki normal yerini değiştirmesi (rahim gibi).
Ergenlik: Üreme organlarının çalışmaya başladığı dönem; kızlarda bu, aylık kanamaların (âdetin) başlamasıyla belirlenir.
Cinsel organları örten kıllar. Labia majora (büyük dudaklar) ve leğen kemiğinin (pubis) ön kısmını oluşturan kemiklerin üstündeki deriyi kaplayan kıllar.
Ameliyat nedeniyle başlayan menopoz; Ameliyatla rahmin, bazen yumurtalıkların da alınmasıyla âdetin sona ermesi.
Sendrom: Belirtiler toplamı.
Testosteron: Erkeklik hormonu.
Tromboz: Kan pıhtısı.
Romatizma Eklem Kas Romatizmasi
Romatizma Nedir, Romatizmal Hastalıklar Hakkında Bilgiler
Basit olarak bir eklemdeki iltihabı anlatmak için kullanılan "arterit" sözcüğü, eski Yunancada eklem anlamına gelen arthron ve iltihap anlamına gelen itiş sözcüklerinin birleşmesinden oluşur. Arteritin en belirgin özelliklerinden biri, etkiye maruz kalmış eklemi astarlayan albüminli zarın ya da synovium'un iltihaplanmasıdır. Buradan da anlaşılabileceği gibi, hastalığı tam olarak ifade etmese de, arterit yerine "albüminli zar iltihabı" da ikinci bir adlandırma olarak kullanılabilir. Öte yandan "romatizma", kaslardaki ve eklemlerdeki çeşitli acı ve ağrıları anlatmak için genellikle kullanılan karmaşık bir terimdir ve farklı kişiler için farklı anlamlar taşır. Bazıları için romatizma bir arterit türüyken, bazıları için tanımı çok daha zor bir şeydir. Doktorlar bile kesin bir tanım üzerinde anlaşabilmiş değillerdir! Kaslar, tendonlar ve vücut bağları gibi yumuşak dokulardaki ağrı ve tutulma (katılaşma) anlamına gelen "yumuşak doku romatizması" ifadesi, romatolojistlere (romatizmal hastalıklarla uğraşan uzmanlar) daha kabul edilebilir bir tanımlama gibi görünmeye başlamıştır.
Eklemlerin yapısı, Eklem Romatizması
Arteritleri kavramak ve önlemlerini anlamak, eklemlerin temel yapılarını bilmeniz durumunda daha kolay olacaktır. Bir eklem, her şeyden önce iki kemiğin karşı karşıya geldiği yerdir. Çok çeşitli türleri varsa da, eklemler iki temel kategoriye ayrılabilirler: Birinci kategoriye giren eklemler fazla hareketli değildir ve oyukları yoktur; ikinci kategoriye girenler ise rahatça hareket ederler ve her eklemin bir oyuğu vardır.
Birinci tür eklem synarthrosis diye bilinir ve lifli doku ile mafsal kıkırdağından ya da bunların ikisinin bileşiminden oluşur. Bu tür eklemlerin örnekleri kafada ve belkemiğinde bulunabilir. İkinci tür eklem arteritlerden çok sık etkilendiği için, burada bu eklem türünün yapısını anlamak ve nasıl çalıştığını çok fazla ayrıntıya girmeden de olsa incelemek önemlidir. Bu eklem türü —albüminli eklem yada diarthrosis— vücutta en yaygın olan eklemdir ve omuzda, dirsekte, bilekte, parmakta, kalçada, dizde ayak bileğinde ve ayak parmağında bulunabilir. Bazıları ikiden fazla kemikten oluşsa da, temel yapıları değişmez. Kemiklerin uç kısımları kıkırdak ya da mafsal kıkırdağıyla kaplanmıştır. "Mafsal kıkırdağı" çok sayıdaki sürtünmenin etkilerini bertaraf eden düz, parlak bir yüzeye sahiptir. Bu kıkırdak bir ölçüde esnek ve içinde sinir olmadığı için, "duyarsız"dır. Eklemlerin sürekli hareket halinde olmalarının yol açabileceği etkilenmeler bu yüzden acı duymadan atlatılır. Biri dışbükey (dışa kıvrık), öbürü içbükey (içe kıvrık) olan bu iki yüzeyin karşılıklı teması, eklemin çalışmasında temel bir işlev görür. Bu uygun biçimli "karşılaşma"daki herhangi bir bozulma mafsal kıkırdağının tahribata uğramasına yol açar ve vücudun böyle bir durumu gidermek için yapabileceği çok şey yoktur.
Eklemi uygun bir çalışma düzeni içinde tutmaya yarayan ve eklem duvarlarına tutunmuş çok sağlam yapılı lifli kapsüller, temas halindeki kemikleri sıkıca birbirine bağlar. Vücut bağları, tendonlar ve kaslar da hareketlerine yol göstererek ya da bu hareketleri sınırlayarak eklemlere ek destek sağlar. Kapsülün hastalığa karşı güçlü bir direnme yeteneği vardır ama, hastalığı bir kez kaptıktan sonra zor iyileşir. Kapsülün iç kısmını astarlayan ince, parlak bir tabaka vardır ki, mafsal kıkırdağı dışında, eklemin içindeki bütün yüzeyleri kaplar. "Albüminli zar" denilen bu tabaka, az miktarda temiz, saman renginde ve yapışkan bir sıvı üretir. Bu albüminli sıvı'nın çok önemli iki işlevinden biri, harekete geçtiklerinde eklem yüzeylerini "yağlamak", öbürü ise, özellikle mafsal kıkırdağı olmak üzere eklemin iç kısmını beslemektir. Kapsülün tersine, albüminli zar bol miktarda kana ve kendi kendini iyileştirme yeteneğine sahiptir. Mafsal kıkırdağında ise ne kan damarı ne de sinir vardır. Sinirler, albüminli zarda ve kapsülde bulunur. Görevleri, öncelikle acıyı duyurmak, sonra da sabit eklemlerde duruş pozisyonunu, hareketli olanlarda da hareketlilik derecesini saptayarak beyne ek bilgi iletmektir. Beyninizin, eklemlerinizin ne yaptığının farkında olduğunu, gözleriniz kapalıyken bile sınayabilirsiniz.
Basit olarak bir eklemdeki iltihabı anlatmak için kullanılan "arterit" sözcüğü, eski Yunancada eklem anlamına gelen arthron ve iltihap anlamına gelen itiş sözcüklerinin birleşmesinden oluşur. Arteritin en belirgin özelliklerinden biri, etkiye maruz kalmış eklemi astarlayan albüminli zarın ya da synovium'un iltihaplanmasıdır. Buradan da anlaşılabileceği gibi, hastalığı tam olarak ifade etmese de, arterit yerine "albüminli zar iltihabı" da ikinci bir adlandırma olarak kullanılabilir. Öte yandan "romatizma", kaslardaki ve eklemlerdeki çeşitli acı ve ağrıları anlatmak için genellikle kullanılan karmaşık bir terimdir ve farklı kişiler için farklı anlamlar taşır. Bazıları için romatizma bir arterit türüyken, bazıları için tanımı çok daha zor bir şeydir. Doktorlar bile kesin bir tanım üzerinde anlaşabilmiş değillerdir! Kaslar, tendonlar ve vücut bağları gibi yumuşak dokulardaki ağrı ve tutulma (katılaşma) anlamına gelen "yumuşak doku romatizması" ifadesi, romatolojistlere (romatizmal hastalıklarla uğraşan uzmanlar) daha kabul edilebilir bir tanımlama gibi görünmeye başlamıştır.
Eklemlerin yapısı, Eklem Romatizması
Arteritleri kavramak ve önlemlerini anlamak, eklemlerin temel yapılarını bilmeniz durumunda daha kolay olacaktır. Bir eklem, her şeyden önce iki kemiğin karşı karşıya geldiği yerdir. Çok çeşitli türleri varsa da, eklemler iki temel kategoriye ayrılabilirler: Birinci kategoriye giren eklemler fazla hareketli değildir ve oyukları yoktur; ikinci kategoriye girenler ise rahatça hareket ederler ve her eklemin bir oyuğu vardır.
Birinci tür eklem synarthrosis diye bilinir ve lifli doku ile mafsal kıkırdağından ya da bunların ikisinin bileşiminden oluşur. Bu tür eklemlerin örnekleri kafada ve belkemiğinde bulunabilir. İkinci tür eklem arteritlerden çok sık etkilendiği için, burada bu eklem türünün yapısını anlamak ve nasıl çalıştığını çok fazla ayrıntıya girmeden de olsa incelemek önemlidir. Bu eklem türü —albüminli eklem yada diarthrosis— vücutta en yaygın olan eklemdir ve omuzda, dirsekte, bilekte, parmakta, kalçada, dizde ayak bileğinde ve ayak parmağında bulunabilir. Bazıları ikiden fazla kemikten oluşsa da, temel yapıları değişmez. Kemiklerin uç kısımları kıkırdak ya da mafsal kıkırdağıyla kaplanmıştır. "Mafsal kıkırdağı" çok sayıdaki sürtünmenin etkilerini bertaraf eden düz, parlak bir yüzeye sahiptir. Bu kıkırdak bir ölçüde esnek ve içinde sinir olmadığı için, "duyarsız"dır. Eklemlerin sürekli hareket halinde olmalarının yol açabileceği etkilenmeler bu yüzden acı duymadan atlatılır. Biri dışbükey (dışa kıvrık), öbürü içbükey (içe kıvrık) olan bu iki yüzeyin karşılıklı teması, eklemin çalışmasında temel bir işlev görür. Bu uygun biçimli "karşılaşma"daki herhangi bir bozulma mafsal kıkırdağının tahribata uğramasına yol açar ve vücudun böyle bir durumu gidermek için yapabileceği çok şey yoktur.
Eklemi uygun bir çalışma düzeni içinde tutmaya yarayan ve eklem duvarlarına tutunmuş çok sağlam yapılı lifli kapsüller, temas halindeki kemikleri sıkıca birbirine bağlar. Vücut bağları, tendonlar ve kaslar da hareketlerine yol göstererek ya da bu hareketleri sınırlayarak eklemlere ek destek sağlar. Kapsülün hastalığa karşı güçlü bir direnme yeteneği vardır ama, hastalığı bir kez kaptıktan sonra zor iyileşir. Kapsülün iç kısmını astarlayan ince, parlak bir tabaka vardır ki, mafsal kıkırdağı dışında, eklemin içindeki bütün yüzeyleri kaplar. "Albüminli zar" denilen bu tabaka, az miktarda temiz, saman renginde ve yapışkan bir sıvı üretir. Bu albüminli sıvı'nın çok önemli iki işlevinden biri, harekete geçtiklerinde eklem yüzeylerini "yağlamak", öbürü ise, özellikle mafsal kıkırdağı olmak üzere eklemin iç kısmını beslemektir. Kapsülün tersine, albüminli zar bol miktarda kana ve kendi kendini iyileştirme yeteneğine sahiptir. Mafsal kıkırdağında ise ne kan damarı ne de sinir vardır. Sinirler, albüminli zarda ve kapsülde bulunur. Görevleri, öncelikle acıyı duyurmak, sonra da sabit eklemlerde duruş pozisyonunu, hareketli olanlarda da hareketlilik derecesini saptayarak beyne ek bilgi iletmektir. Beyninizin, eklemlerinizin ne yaptığının farkında olduğunu, gözleriniz kapalıyken bile sınayabilirsiniz.
Romatizmal Arterit Artrit Hastaligi İltihap
Romatizmal Arterit, Romatizma Hastalığı
Romatizmal arterit, tipik bir biçimde kollar ve bacaklar gibi vücudun iki yanındaki eklemleri birlikte etkiler ve zaman zaman gelip giden belirtilerle ortaya çıkar.
Dünyanın değişik yerlerinde yapılan araştırmalara göre, romatizmal arterit, arteritlerin en yaygın türlerinden biridir ve yaklaşık olarak insanların yüzde 2-3'ünde görülür. Ancak bu hastalığa ilkel topluluklarda pek rastlanmaz. Bilinmeyen nedenlerle, kadınların bu tür arterite yakalanma olasılıkları erkeklerden üç kat fazladır. Hastalık, bebeklerden yaşlılara kadar her yaşta gelişebilirse de, en yaygın olarak 25-55 yaşları arasında olanlarda görülür.
İltihap ve Arterit, İltihaplı Romatizma
Arteritin karakteristik göstergesi, eklem dokularının bazı türden yaralanma ve zedelenmelere karşı bir reaksiyonu olan "iltihap"tır. Bu tür reaksiyonun yol açtığı sonuçlar eski zamanlarda bile biliniyordu. Milattan sonra birinci yüzyılda yaşayan Romalı fizikçi Celsus, iltihabın belli başlı dört işaretini şöyle sıralıyordu: Yanma, acı, kızarıklık ve şişme (Latince adlarıyla, calor, dolor, rubar ve tumor). Bunlara beşinci bir işaret olarak zaman zaman işlev kaybı (funcito laesa) da eklen ir. Bu tanım, genel olarak iltihabın ne olduğunu ifade etmek için yapılmış olsa da, bugün eklem iltihapları için hâlâ geçerliliğini korumakta ve arterite maruz kalmış hastaların yakından tanıdığı belirtileri oldukça doğru bir biçimde yansıtmaktadır. Bu belirtilere, vücut ısısında hafif bir yükselme, baş ağrısı, iştah kaybı ve genel bir halsizlik hissi de eklenebilir.
Bu belirtilere karşı vücudun gösterdiği değişikliklerin oldukça karmaşık olduğunu bugün artık biliyoruz. En basitinden, vücudun, etkiye maruz kalmış ekleme daha fazla kan göndermesi sonucunda albüminli zarda bulunan kan damarları genişler. Daha sonra, kan damarı çeperleri, kanı oluşturan maddelerden ikisi olan protein ve kan sıvısını çevredeki dokuların içine sızdırır. Başka bir karakteristik değişme, akyuvarların (lökositlerin) bu kan damarlarının dışına çıkmasıdır. Kan damarlarının böylece şişmesi ve iltihaplı dokulardaki sıvı toplanması, ilk kez Celsus tarafından gözlenen kızarıklık, yanma ve şişmenin nedenini açıklar. Acı hissi, eklem içindeki sinir ucunun uyarılmasından gelir; ancak, bunun nasıl oluştuğu tam olarak bilinmemektedir. İltihabı ilk başlatan şeyin ne olduğunu bulmak için arterit konusunda çok sayıda araştırma yapılmıştır. Bu araştırmalar, vücutta doğal olarak bulunan birçok kimyasal maddenin iltihaba yol açtığını ortaya çıkarmıştır.
Eklemdeki yaralanma ya da zedelenme geçiciyse, ya da şiddetli değilse, akut iltihap (ya da albüminli zar iltihabı) geriler ve vücudun onarma faaliyeti başlar. Kan damarları normal ölçülerine döner, normal kan dolaşımı kurulur, akyuvarlar ölür ya da yeniden kan damarlarının içine girer, dokudaki sıvı, dolaşım içine çekilir ve yaralı hücrelerin yerine yenileri yerleştirilir. Öte yandan, iltihaba yol açan nedenler varlığını sürdürüyorsa, arterit de sürer ya da bir başka deyişle müzminleşir. Yukarıda tanımlanan belirtiler ve işaretler arteritin bu türünde daha az şiddetliyseler de, gene de rahatsız edicidirler. İyileşme kısmidir ve "zaman zaman" alevlenen iltihapla yan yana görülür. Bu müzmin iltihabın ana özelliği, eklemi astarlayan zarın, küçüklü büyüklü değişik tipte hücreler tarafından süzülmesidir. Vücut, dışardan giren maddeleri ihraç etmede başarısızlığa uğrar ve görevini biraz şaşırır. Bu arada bazı hücreler iltihap üretmeye başlar.
Son zamanlarda yapılan araştırmalar, bu hücrelerden bazılarının eklemlerdeki zedelenmelerle ilgisi konusuna ışık tutmuşlardır. Vücut, normal olarak "kendinden olan"la "yabancı olan"ı ayırt edebilir. Buna, vücudun "bağışıklık sistemi" denir. Bazı durumlarda bu sistem bozulur ve vücudun savunma hücreleri vücuda karşı antikor (hastalık-yapıcı "yabancı öğeleri yok etmek için vücut tarafından geliştirilen maddeler) üretmeye başlar. Bunlar bazen doku zedelenmesine yol açacak kadar çoğalırlar. Kötü bir kısır döngü başlamıştır artık: İltihabın yol açtığı eklem zedelenmesi vücudun antikor üretmesine neden olur, bu antikorlar daha fazla iltihap üretir ve daha çok zarara yol açar.
Eklemlerdeki değişiklikler
Eklemlerdeki değişiklikler, kalınlaşarak katlanan albüminli zarın iltihaplanmasından ibarettir. Zar içinde sayıları sürekli artan hücreler, değişik türlerdeki alyuvarlar ve zarın her zamankinden daha fazla kanla dolması bu iltihaplanmaya yol açan başlıca öğelerdir. Bunlar, dokunun "öfkelenmesine" yol açar; mafsal kıkırdağına sıçrar ve eklem sıvısındaki enzimlerle (hücreler tarafından üretilen kimyasal maddelerle) birlikte kıkırdağı kemirerek aşağıdaki kemiğe doğru yönelir. Bu değişiklikler, eklemi deforme edip yerinden oynatarak zedelenmesine yol açar. Bol miktarda protein ve çok sayıda hücre ihtiva eden gereğinden fazla sıvı, eklem içine yerleşir. Seyrek olarak, çok şiddetli durumlarda kıkırdak kötü biçimde tahrip olabilir ve kemik ucu yaralı dokuyla birleşebilir.
Romatizmal arterit, tipik bir biçimde kollar ve bacaklar gibi vücudun iki yanındaki eklemleri birlikte etkiler ve zaman zaman gelip giden belirtilerle ortaya çıkar.
Dünyanın değişik yerlerinde yapılan araştırmalara göre, romatizmal arterit, arteritlerin en yaygın türlerinden biridir ve yaklaşık olarak insanların yüzde 2-3'ünde görülür. Ancak bu hastalığa ilkel topluluklarda pek rastlanmaz. Bilinmeyen nedenlerle, kadınların bu tür arterite yakalanma olasılıkları erkeklerden üç kat fazladır. Hastalık, bebeklerden yaşlılara kadar her yaşta gelişebilirse de, en yaygın olarak 25-55 yaşları arasında olanlarda görülür.
İltihap ve Arterit, İltihaplı Romatizma
Arteritin karakteristik göstergesi, eklem dokularının bazı türden yaralanma ve zedelenmelere karşı bir reaksiyonu olan "iltihap"tır. Bu tür reaksiyonun yol açtığı sonuçlar eski zamanlarda bile biliniyordu. Milattan sonra birinci yüzyılda yaşayan Romalı fizikçi Celsus, iltihabın belli başlı dört işaretini şöyle sıralıyordu: Yanma, acı, kızarıklık ve şişme (Latince adlarıyla, calor, dolor, rubar ve tumor). Bunlara beşinci bir işaret olarak zaman zaman işlev kaybı (funcito laesa) da eklen ir. Bu tanım, genel olarak iltihabın ne olduğunu ifade etmek için yapılmış olsa da, bugün eklem iltihapları için hâlâ geçerliliğini korumakta ve arterite maruz kalmış hastaların yakından tanıdığı belirtileri oldukça doğru bir biçimde yansıtmaktadır. Bu belirtilere, vücut ısısında hafif bir yükselme, baş ağrısı, iştah kaybı ve genel bir halsizlik hissi de eklenebilir.
Bu belirtilere karşı vücudun gösterdiği değişikliklerin oldukça karmaşık olduğunu bugün artık biliyoruz. En basitinden, vücudun, etkiye maruz kalmış ekleme daha fazla kan göndermesi sonucunda albüminli zarda bulunan kan damarları genişler. Daha sonra, kan damarı çeperleri, kanı oluşturan maddelerden ikisi olan protein ve kan sıvısını çevredeki dokuların içine sızdırır. Başka bir karakteristik değişme, akyuvarların (lökositlerin) bu kan damarlarının dışına çıkmasıdır. Kan damarlarının böylece şişmesi ve iltihaplı dokulardaki sıvı toplanması, ilk kez Celsus tarafından gözlenen kızarıklık, yanma ve şişmenin nedenini açıklar. Acı hissi, eklem içindeki sinir ucunun uyarılmasından gelir; ancak, bunun nasıl oluştuğu tam olarak bilinmemektedir. İltihabı ilk başlatan şeyin ne olduğunu bulmak için arterit konusunda çok sayıda araştırma yapılmıştır. Bu araştırmalar, vücutta doğal olarak bulunan birçok kimyasal maddenin iltihaba yol açtığını ortaya çıkarmıştır.
Eklemdeki yaralanma ya da zedelenme geçiciyse, ya da şiddetli değilse, akut iltihap (ya da albüminli zar iltihabı) geriler ve vücudun onarma faaliyeti başlar. Kan damarları normal ölçülerine döner, normal kan dolaşımı kurulur, akyuvarlar ölür ya da yeniden kan damarlarının içine girer, dokudaki sıvı, dolaşım içine çekilir ve yaralı hücrelerin yerine yenileri yerleştirilir. Öte yandan, iltihaba yol açan nedenler varlığını sürdürüyorsa, arterit de sürer ya da bir başka deyişle müzminleşir. Yukarıda tanımlanan belirtiler ve işaretler arteritin bu türünde daha az şiddetliyseler de, gene de rahatsız edicidirler. İyileşme kısmidir ve "zaman zaman" alevlenen iltihapla yan yana görülür. Bu müzmin iltihabın ana özelliği, eklemi astarlayan zarın, küçüklü büyüklü değişik tipte hücreler tarafından süzülmesidir. Vücut, dışardan giren maddeleri ihraç etmede başarısızlığa uğrar ve görevini biraz şaşırır. Bu arada bazı hücreler iltihap üretmeye başlar.
Son zamanlarda yapılan araştırmalar, bu hücrelerden bazılarının eklemlerdeki zedelenmelerle ilgisi konusuna ışık tutmuşlardır. Vücut, normal olarak "kendinden olan"la "yabancı olan"ı ayırt edebilir. Buna, vücudun "bağışıklık sistemi" denir. Bazı durumlarda bu sistem bozulur ve vücudun savunma hücreleri vücuda karşı antikor (hastalık-yapıcı "yabancı öğeleri yok etmek için vücut tarafından geliştirilen maddeler) üretmeye başlar. Bunlar bazen doku zedelenmesine yol açacak kadar çoğalırlar. Kötü bir kısır döngü başlamıştır artık: İltihabın yol açtığı eklem zedelenmesi vücudun antikor üretmesine neden olur, bu antikorlar daha fazla iltihap üretir ve daha çok zarara yol açar.
Eklemlerdeki değişiklikler
Eklemlerdeki değişiklikler, kalınlaşarak katlanan albüminli zarın iltihaplanmasından ibarettir. Zar içinde sayıları sürekli artan hücreler, değişik türlerdeki alyuvarlar ve zarın her zamankinden daha fazla kanla dolması bu iltihaplanmaya yol açan başlıca öğelerdir. Bunlar, dokunun "öfkelenmesine" yol açar; mafsal kıkırdağına sıçrar ve eklem sıvısındaki enzimlerle (hücreler tarafından üretilen kimyasal maddelerle) birlikte kıkırdağı kemirerek aşağıdaki kemiğe doğru yönelir. Bu değişiklikler, eklemi deforme edip yerinden oynatarak zedelenmesine yol açar. Bol miktarda protein ve çok sayıda hücre ihtiva eden gereğinden fazla sıvı, eklem içine yerleşir. Seyrek olarak, çok şiddetli durumlarda kıkırdak kötü biçimde tahrip olabilir ve kemik ucu yaralı dokuyla birleşebilir.
Romatizma Nedenleri Belirtileri Neden Olur
Romatizma Nedenleri, Romatizma Belirtileri, Neden Olur
Bu hastalığın nedeni tıp için hâlâ bir gizdir. Gene de araştırmacılar tarafından pek çok kuram öne sürülmüştür. Bunların içinde akla en yakın olanı, romatizmal arteritin, virüs adı verilen minicik mikropların yol açtığı bir tür enfeksiyon olabileceğini öne süren kuramdır. Bu virüsler, henüz bilinmiyor olsalar da, eklemlere girmenin bir yolunu bulabilmekte ve iltihaplanmayı başlatabilmektedirler. Bu tür bir enfeksiyon, örneğin soğuk algınlığı ya da gribin yol açtığı türden bir enfeksiyon değildir. Arterit virüsü muhtemelen bilinmeyen türden bir virüstür ve harekete geçmeden önce vücutta uzun bir süre gizlenebildiği için, keşfetmek daha da zorlaşmaktadır. Gerçi hasta kişilerin eklemlerinde belli türden virüsler bulunmuştur ama, bu konuda bugüne değin kesin bir sonuca ulaşılamamıştır.
Konuyla yakından bağlantılı başka bir kuram, "otomatik-bağışıklık" diye adlandırılan kuramdır. Laboratuvarlarda hayvanlar üzerinde yapılan son deneyler, belli bazı virüslerin, vücudu, kendi kendisine karşı antikorlar (otomatik-antikorlar) üretmek üzere harekete geçirebileceğini göstermiştir. Başka bir deyişle, vücudun savunma ya da bağışıklık sistemi anormalleşir ve vücut, kendinden olanla yabancı olanı ayırt edemez. Normal olarak virüslere saldırmaları gereken antikorlar vücudun kendisine —bu durumda eklem dokularına— saldırarak iltihaba ve arterite neden olurlar.
Eklem Romatizması, Eklemlerde ortaya çıkan belirtiler
Romatizmal arterit, birçok durumda, ısrarlı bir ağrı ve bir ya da daha fazla sayıda eklemde oluşan tutulmayla (katılaşmayla) başlar. Bu başlangıç aşaması birkaç hafta sürer ve hastalık ağır ağır gelişir. Bazen yalnızca bir eklemde, örneğin yalnızca dizde görülürse de, genellikle ilk olarak eller ve ayaklar etkilenir. Bu tutulma, tipik bir biçimde sabah uyanıldığında daha kötüdür ve gün boyunca vücudu terk eder. Eklem iltihaplanmasının karakteristik özellikleri, eklem yerlerinin şişmesi, hassaslaşması ve hareket halinde ortaya çıkan ağrılardır.
Bazen belirtiler hızla çoğalır ve hasta, özellikle sabahları ortaya çıkan tutulmalarda hareket edemez olur. Arterit, her durumda dirsekler, omuzlar, kalçalar, dizler ve bilekler gibi öbür eklemlere de sıçrayabilir. Çene ve belkemiğindeki, özellikle boyundaki eklemler bile etkilenebilir. Böyle durumlarda ağzı açıp kapamak ya da başı hareket ettirmek çok rahatsız edici olur. Seyrek olarak, boğuk bir ses, hançere (ses kutusu) eklemlerinde arterit olduğuna işaret edebilir. Hastalığın bazı aşamalarında tendon tabakaları sık sık iltihaplanır ve bu da özellikle ellerde ve ayaklarda olmak üzere ağrıyı ve şişkinliği daha da artırır. Parmaklarda görülen başka bir belirti, iltihaplı tendonun parmağı hareket ettirdiğinde duyulan garip sesler olabilir (bu parmağa sık sık "iltihabın ilk başladığı parmak" olarak başvurulur). Bu arada, özellikle ekleme yakın yerlerde içleri sıvıyla dolu yumuşak şişkinlikler (kistler) de olabilir. Bunların en yaygınları diz arkalarında olanlardır. İltihap bazen bir bursan'ı da etkileyebilir. Bursan; eklemi astarlayan albüminli zara benzeyen bir zarla astarlanmış küçük bir oyuktur ve esas işlevi sürtünmeyi azaltmaktır. Bursanlar arasında en çok bilineni, benzer türde bir sıvıyla dolup şişen, dirsek üzerinde görülen bursandır.
Vücuttaki değişiklikler
İltihaplı tendonlar bazen, özellikle iltihaplı ekleme sürtündükleri yerlerde bütünüyle yıpranırlar ve zaman zaman da tümüyle parçalanırlar. Örneğin, böyle bir etkiye maruz kalmış parmak düzeltilemez ve hangi yöne dönmüşse, o yönde eğik olarak öylece kalır.
Fakat, aynı şekilde endişe verici olan ve daha sık görülen başka değişiklikler de olur. El parmakları tipik bir biçimde dışa döner; parmaklar, "kuğu-boynu" denilen bir şekil bozukluğuna uğrar ve S-şeklini alır. Şiddetli durumlarda, şişkin parmaklar daha da çirkin ve biçimsiz bir şekle girer. Şaşırtıcıdır ama, bu durumda eşyaları tutmak ve günlük işlerinizi yapmak için elinizi kullanmaya devam edebilirsiniz.
Ayakta da benzer değişiklikler görülür; baş parmak dışa doğru bükülür (bunyonlar) ve diğer parmaklar alta doğru kıvrılarak "çekiç"e benzer bir biçim alır. Bu eğiklikler eklemlerden birini etkileyebilir. Böyle bir durumda kolu ya da bacağı düz tutmak ya çok zor, ya da olanaksız olur. Dizler, dışa doğru eğilmelere karşı da (yamuk-bacak), içe doğru eğilmelere karşı da (çarpık bacak) hassastır ve hasta, sallantılı, çarpık bir yürüyüş edinir. Çok ileri vakalarda eklemler hareketsizdir, hiç çalışmazlar.
Vücudun tümünde ortaya çıkan belirtiler
Romatizmal arterit yalnızca bir eklem hastalığı değildir, hastalıktan bütün vücut etkilenir. Hasta, yorgunluk ve zayıflık hissi duyar, ateşlenir ve genellikle de sararır. Sık sık İştahı kesilir ve bunun sonucunda kilo kaybeder. Ağrılı eklemin bitişiğindeki kasların küçülmesi, zayıflamayı daha da ileri götürür. Bütün vakaların hemen hemen yüzde yirmi beşinde, deri altındaki düğümlerin ya da şişkinliklerin, dirseklerde olduğu gibi dışa doğru basınç yaptığı görülür. Bu düğümler, tendonlar da ve daha seyrek olarak kalp ve akciğerler gibi iç organlarda da görülür.
Aslında, doğrudan doğruya eklemlere bağlı olmayan çok sayıda arterit belirtisi vardır. Hasta, sinirler üzerindeki baskıdan ya da sinirlerin uyarılmasından kaynaklanan el ve ayak parmakları "karıncalanmasından şikâyetçi olabilir. Bu karıncalanma bazen, doğrudan doğruya sinirlerin kendilerinin iltihaplandığı daha ciddi bir iltihabın, ya da boyundaki arteritin omuriliğe baskı yaptığının bir işareti olabilir. Kan damarlarının iltihaplanması parmak uçlarında acı veren beneklere ya da bacaklarda müzmin çıbanlara neden olabilir. Seyrek olarak el ve ayak parmaklarında kangren olur, hatta bazen "İnme" bile görülebilir. Akciğerin doğrudan doğruya iltihaplanması, insanı fiziksel yorgunluklardan sonra nefes darlığı içinde bırakırken, akciğerleri kaplayan zarın iltihaplanması zatülcenpe (göğüs zarı iltihabına) ve bölgedeki sıvının artmasına yol açar. Son olarak, kalbi kaplayan kesenin iltihaplanması da göğüs ağrılarına neden olabilir.
Gözyaşı yetersizliğinden ötürü, çok kuru olduklarında gözler bile kurtulamaz. Aynı durum, salivanın (ağızda, esas olarak yemek yerken üretilen sulu usare) azalması yüzünden ağzın kurumasıyla birlikte de ortaya çıkar. Daha ciddi bir iltihap türü göz küresinin çeşitli yerlerinin iltihaplanmasıdır, çünkü göz küresi doğrudan doğruya görmeyle ilgili bir organdır. Boyun, koltukaltları ve kasıklardaki guddeler büyüyebilir ve ele gelecek biçimde küçük topakçıklara dönüşebilir. Aynı şekilde karaciğer ve dalak da büyüyerek, özel bir anemi türüne yol açar ve kanla ilgili problemler doğurabilir.
Arteritin seyri
Neyse ki, bütün bu belirtiler ve oluşumlar çok sık görülmez ve romatizmal arteritli çoğu inşan, daha kötü belirtilerle hiç karşılaşmadan hayatını sürdürür. Hastalık, bir ya da iki eklemin arteritten hafifçe etkilenmesinden, ileri derecede sakatlanmalara ve şekil bozukluklarına kadar pek çok değişik biçimde seyredebilir. Karakteristik biçimde belirtilerin çoğaldığı ve (belirtilerin şiddetlenmesi) azaldığı (düzelme) dönemler vardır. Bazı durumlarda bu düzelme kesin bir iyileşmeyle son bulur. Tekerlekli sandalyeye mahkum olan hastaların sayısı fazla değildir ve tüm arteritlilerin yalnızca yüzde 10'una ulaşır. Çoğu insan eklem iltihabı belirtileri taşır, ama önemli olan sosyal ve ekonomik olarak kendi kendine yeterli bir durumda kalabilmektir.
Bu hastalığın nedeni tıp için hâlâ bir gizdir. Gene de araştırmacılar tarafından pek çok kuram öne sürülmüştür. Bunların içinde akla en yakın olanı, romatizmal arteritin, virüs adı verilen minicik mikropların yol açtığı bir tür enfeksiyon olabileceğini öne süren kuramdır. Bu virüsler, henüz bilinmiyor olsalar da, eklemlere girmenin bir yolunu bulabilmekte ve iltihaplanmayı başlatabilmektedirler. Bu tür bir enfeksiyon, örneğin soğuk algınlığı ya da gribin yol açtığı türden bir enfeksiyon değildir. Arterit virüsü muhtemelen bilinmeyen türden bir virüstür ve harekete geçmeden önce vücutta uzun bir süre gizlenebildiği için, keşfetmek daha da zorlaşmaktadır. Gerçi hasta kişilerin eklemlerinde belli türden virüsler bulunmuştur ama, bu konuda bugüne değin kesin bir sonuca ulaşılamamıştır.
Konuyla yakından bağlantılı başka bir kuram, "otomatik-bağışıklık" diye adlandırılan kuramdır. Laboratuvarlarda hayvanlar üzerinde yapılan son deneyler, belli bazı virüslerin, vücudu, kendi kendisine karşı antikorlar (otomatik-antikorlar) üretmek üzere harekete geçirebileceğini göstermiştir. Başka bir deyişle, vücudun savunma ya da bağışıklık sistemi anormalleşir ve vücut, kendinden olanla yabancı olanı ayırt edemez. Normal olarak virüslere saldırmaları gereken antikorlar vücudun kendisine —bu durumda eklem dokularına— saldırarak iltihaba ve arterite neden olurlar.
Eklem Romatizması, Eklemlerde ortaya çıkan belirtiler
Romatizmal arterit, birçok durumda, ısrarlı bir ağrı ve bir ya da daha fazla sayıda eklemde oluşan tutulmayla (katılaşmayla) başlar. Bu başlangıç aşaması birkaç hafta sürer ve hastalık ağır ağır gelişir. Bazen yalnızca bir eklemde, örneğin yalnızca dizde görülürse de, genellikle ilk olarak eller ve ayaklar etkilenir. Bu tutulma, tipik bir biçimde sabah uyanıldığında daha kötüdür ve gün boyunca vücudu terk eder. Eklem iltihaplanmasının karakteristik özellikleri, eklem yerlerinin şişmesi, hassaslaşması ve hareket halinde ortaya çıkan ağrılardır.
Bazen belirtiler hızla çoğalır ve hasta, özellikle sabahları ortaya çıkan tutulmalarda hareket edemez olur. Arterit, her durumda dirsekler, omuzlar, kalçalar, dizler ve bilekler gibi öbür eklemlere de sıçrayabilir. Çene ve belkemiğindeki, özellikle boyundaki eklemler bile etkilenebilir. Böyle durumlarda ağzı açıp kapamak ya da başı hareket ettirmek çok rahatsız edici olur. Seyrek olarak, boğuk bir ses, hançere (ses kutusu) eklemlerinde arterit olduğuna işaret edebilir. Hastalığın bazı aşamalarında tendon tabakaları sık sık iltihaplanır ve bu da özellikle ellerde ve ayaklarda olmak üzere ağrıyı ve şişkinliği daha da artırır. Parmaklarda görülen başka bir belirti, iltihaplı tendonun parmağı hareket ettirdiğinde duyulan garip sesler olabilir (bu parmağa sık sık "iltihabın ilk başladığı parmak" olarak başvurulur). Bu arada, özellikle ekleme yakın yerlerde içleri sıvıyla dolu yumuşak şişkinlikler (kistler) de olabilir. Bunların en yaygınları diz arkalarında olanlardır. İltihap bazen bir bursan'ı da etkileyebilir. Bursan; eklemi astarlayan albüminli zara benzeyen bir zarla astarlanmış küçük bir oyuktur ve esas işlevi sürtünmeyi azaltmaktır. Bursanlar arasında en çok bilineni, benzer türde bir sıvıyla dolup şişen, dirsek üzerinde görülen bursandır.
Vücuttaki değişiklikler
İltihaplı tendonlar bazen, özellikle iltihaplı ekleme sürtündükleri yerlerde bütünüyle yıpranırlar ve zaman zaman da tümüyle parçalanırlar. Örneğin, böyle bir etkiye maruz kalmış parmak düzeltilemez ve hangi yöne dönmüşse, o yönde eğik olarak öylece kalır.
Fakat, aynı şekilde endişe verici olan ve daha sık görülen başka değişiklikler de olur. El parmakları tipik bir biçimde dışa döner; parmaklar, "kuğu-boynu" denilen bir şekil bozukluğuna uğrar ve S-şeklini alır. Şiddetli durumlarda, şişkin parmaklar daha da çirkin ve biçimsiz bir şekle girer. Şaşırtıcıdır ama, bu durumda eşyaları tutmak ve günlük işlerinizi yapmak için elinizi kullanmaya devam edebilirsiniz.
Ayakta da benzer değişiklikler görülür; baş parmak dışa doğru bükülür (bunyonlar) ve diğer parmaklar alta doğru kıvrılarak "çekiç"e benzer bir biçim alır. Bu eğiklikler eklemlerden birini etkileyebilir. Böyle bir durumda kolu ya da bacağı düz tutmak ya çok zor, ya da olanaksız olur. Dizler, dışa doğru eğilmelere karşı da (yamuk-bacak), içe doğru eğilmelere karşı da (çarpık bacak) hassastır ve hasta, sallantılı, çarpık bir yürüyüş edinir. Çok ileri vakalarda eklemler hareketsizdir, hiç çalışmazlar.
Vücudun tümünde ortaya çıkan belirtiler
Romatizmal arterit yalnızca bir eklem hastalığı değildir, hastalıktan bütün vücut etkilenir. Hasta, yorgunluk ve zayıflık hissi duyar, ateşlenir ve genellikle de sararır. Sık sık İştahı kesilir ve bunun sonucunda kilo kaybeder. Ağrılı eklemin bitişiğindeki kasların küçülmesi, zayıflamayı daha da ileri götürür. Bütün vakaların hemen hemen yüzde yirmi beşinde, deri altındaki düğümlerin ya da şişkinliklerin, dirseklerde olduğu gibi dışa doğru basınç yaptığı görülür. Bu düğümler, tendonlar da ve daha seyrek olarak kalp ve akciğerler gibi iç organlarda da görülür.
Aslında, doğrudan doğruya eklemlere bağlı olmayan çok sayıda arterit belirtisi vardır. Hasta, sinirler üzerindeki baskıdan ya da sinirlerin uyarılmasından kaynaklanan el ve ayak parmakları "karıncalanmasından şikâyetçi olabilir. Bu karıncalanma bazen, doğrudan doğruya sinirlerin kendilerinin iltihaplandığı daha ciddi bir iltihabın, ya da boyundaki arteritin omuriliğe baskı yaptığının bir işareti olabilir. Kan damarlarının iltihaplanması parmak uçlarında acı veren beneklere ya da bacaklarda müzmin çıbanlara neden olabilir. Seyrek olarak el ve ayak parmaklarında kangren olur, hatta bazen "İnme" bile görülebilir. Akciğerin doğrudan doğruya iltihaplanması, insanı fiziksel yorgunluklardan sonra nefes darlığı içinde bırakırken, akciğerleri kaplayan zarın iltihaplanması zatülcenpe (göğüs zarı iltihabına) ve bölgedeki sıvının artmasına yol açar. Son olarak, kalbi kaplayan kesenin iltihaplanması da göğüs ağrılarına neden olabilir.
Gözyaşı yetersizliğinden ötürü, çok kuru olduklarında gözler bile kurtulamaz. Aynı durum, salivanın (ağızda, esas olarak yemek yerken üretilen sulu usare) azalması yüzünden ağzın kurumasıyla birlikte de ortaya çıkar. Daha ciddi bir iltihap türü göz küresinin çeşitli yerlerinin iltihaplanmasıdır, çünkü göz küresi doğrudan doğruya görmeyle ilgili bir organdır. Boyun, koltukaltları ve kasıklardaki guddeler büyüyebilir ve ele gelecek biçimde küçük topakçıklara dönüşebilir. Aynı şekilde karaciğer ve dalak da büyüyerek, özel bir anemi türüne yol açar ve kanla ilgili problemler doğurabilir.
Arteritin seyri
Neyse ki, bütün bu belirtiler ve oluşumlar çok sık görülmez ve romatizmal arteritli çoğu inşan, daha kötü belirtilerle hiç karşılaşmadan hayatını sürdürür. Hastalık, bir ya da iki eklemin arteritten hafifçe etkilenmesinden, ileri derecede sakatlanmalara ve şekil bozukluklarına kadar pek çok değişik biçimde seyredebilir. Karakteristik biçimde belirtilerin çoğaldığı ve (belirtilerin şiddetlenmesi) azaldığı (düzelme) dönemler vardır. Bazı durumlarda bu düzelme kesin bir iyileşmeyle son bulur. Tekerlekli sandalyeye mahkum olan hastaların sayısı fazla değildir ve tüm arteritlilerin yalnızca yüzde 10'una ulaşır. Çoğu insan eklem iltihabı belirtileri taşır, ama önemli olan sosyal ve ekonomik olarak kendi kendine yeterli bir durumda kalabilmektir.
Romatizma Doktor Teshisi
Romatizmada Doktor teşhisi, Romatizma Teşhisi
Eklem iltihabı belirtisi olan herkes hemen bir doktora görünmelidir. Doktor, hastasının belirtileri hakkında ona sorular sorarak, eklemleri ve vücudun kalp ve akciğerler gibi organlarını ayrıntılı bir biçimde inceler ve hastalığa teşhis koyar. Teşhisi kesinleştirmek için kan testlerine ve eklemlerin röntgen filmine ihtiyaç duyulacaktır. Belirtilerin özelliklerine göre, bazen daha başka özel testlere de gerek duyulabilir. Hastaların çoğu anemiktir (kan yetersizliği) ve yaklaşık yüzde 75'i kanlarında, çok değerli bir ipucu olan özel bir faktör —romatizmal faktör— taşır. Başka bir test, ince, uzun ve dik bir tüpe yerleştirildiğinde kanın hangi oranda çöktüğünü ifade eden "kan sedimantasyon oranı"dır. Testin tamamlanma süresi olan bir saatin içinde, daha aktif olan arteritlerde tüpe daha fazla kan damlayacaktır. Röntgen filmleri minicik, her şeyi açığa vuran "çöküntüler", yani iltihap kapmış albüminli zarın zedelediği eklemlerdeki harap bölgeleri gösterebilir. Bazen doktor, şişmiş eklem bölgesine bir iğne batırarak elde ettiği sıvıyı, incelenmek üzere laboratuvara göndermek isteyebilir.
Eklem iltihabı belirtisi olan herkes hemen bir doktora görünmelidir. Doktor, hastasının belirtileri hakkında ona sorular sorarak, eklemleri ve vücudun kalp ve akciğerler gibi organlarını ayrıntılı bir biçimde inceler ve hastalığa teşhis koyar. Teşhisi kesinleştirmek için kan testlerine ve eklemlerin röntgen filmine ihtiyaç duyulacaktır. Belirtilerin özelliklerine göre, bazen daha başka özel testlere de gerek duyulabilir. Hastaların çoğu anemiktir (kan yetersizliği) ve yaklaşık yüzde 75'i kanlarında, çok değerli bir ipucu olan özel bir faktör —romatizmal faktör— taşır. Başka bir test, ince, uzun ve dik bir tüpe yerleştirildiğinde kanın hangi oranda çöktüğünü ifade eden "kan sedimantasyon oranı"dır. Testin tamamlanma süresi olan bir saatin içinde, daha aktif olan arteritlerde tüpe daha fazla kan damlayacaktır. Röntgen filmleri minicik, her şeyi açığa vuran "çöküntüler", yani iltihap kapmış albüminli zarın zedelediği eklemlerdeki harap bölgeleri gösterebilir. Bazen doktor, şişmiş eklem bölgesine bir iğne batırarak elde ettiği sıvıyı, incelenmek üzere laboratuvara göndermek isteyebilir.
Osteoarterit Arterit Nedir Bilgiler Artrit
Osteoarterit Hakkında Bilgiler
Arteritlerin en yaygını olan bu arterit türü dejeneratif (eklem tahribatına yol açan) ve vücuttaki bir ya da birden daha çok eklemi etkiyen bir hastalıktır. İnsanlarda da, hayvanlarda da görülür. Aslında bu arteritin varlığına ilişkin işaretler tarih öncesi insanında ve çok sayıda fosil kalıntısında da bulunmuştur.
Dünyanın çeşitli yerlerinde yapılan farklı araştırmalar, insanların yüzde 10'unun şurasında ya da burasında osteoarterit olduğunu göstermiştir. Ancak, hastalık oranı yaşla birlikte artar. Elli yaşın üstündeki insanların röntgen filmleri alınsaydı, bunların yüzde 80'den fazlasının vücudunda bu arteritin yol açtığı değişiklikler görülürdü. Neyse ki, bunlardan yalnızca yüzde yirmi beşi ağrılardan şikâyetçidir. Röntgen araştırmaları, yirmi yaş grubunda hastalık oranının yüzde 10 olduğunu göstermiştir. Hastalıktan gerçekten acı çekenlerin sayısının bu yaş grubunda da çok fazla olmadığını burada belirtelim.
Bütün yetişkinler hastalığa yakalanabilirler ama, hastalık belirtileri orta-yaşlı kadınlarda daha sık görülür. Kuşkusuz çalışan kadınlarda daha yaygındır ve onları işten bile alıkoyar. Hastalığın üçüncü derecede yaygın olduğu kesim ise çalışan erkeklerdir.
Eklemlerdeki değişiklikler
Bu hastalıkla ortaya çıkan anormal değişiklikler esas olarak kemiklerin uçlarını kaplayan mafsal kıkırdaklarını etkiler. Ortaya çıkan ilk işaret, bu kıkırdağın belli ölçüde yumuşaması ve yüzeyinde, çıplak gözle görülemeyecek küçüklükte çatlakların oluşmasıdır. Bu çatlaklar bir süre sonra daha da derinleşir ve eklem sıvısında bulunan enzimler mafsal kıkırdağının daha derindeki tabakalarını tahrip eder. Aynı zamanda, küçük kıkırdak parçaları eklem yüzeyine dağılır ve düz yüzey pürüzlü bir hale gelir. Yürüme sırasında, dizde olduğu gibi, iki pürüzlü yüzeyin birbirine sürtünmesi mafsal kıkırdağının yıpranmasına neden olur; artık normal düzeni bozucu değişiklikler başlamıştır.
Kıkırdağın hemen altındaki kemik de tarhibattan kurtulamaz. Kemik, adeta daha kuvvetli bir hale gelmek için kalınlaşır ve yeni kemik genişleyerek eklemin sınırlarına dayanır (osteophytes). Muhtemelen, tahrip olmuş yüzeyde bulunan sıkışmış sıvının yaptığı basınç nedeniyle kemikte de delikler ve kistler oluşur. En kötüsü, mafsal kıkırdağının, hemen altında aynı hücuma maruz kalmış kemikle birlikte tamamen yıpranması durumudur. Bu durumda kemik uçları eklemlerin hareket etmesiyle birlikte birbirini ezer. Dolaylı olarak, çevrede bulunan tendonlar, vücut bağları ve kaslar da etkilenir ve zayıf düşer. Sonuç olarak eklemin bütün yapısı değişir ve şekli, kötü bir biçimde bozulabilir.
Osteoarterit Nedenleri
Muhtemelen birçok faktör işe karışmaktadır. Osteoarteritler genellikle iki büyük kategoriye ayrılır: "birincil" ve "ikincil". Birincil tipte normal bir eklemde bozucu değişmelere yol açan ve nedenleri bilinmeyen bir arterit söz konusuyken, ikincil tipte, arteritin nedenleri bilinir.
Birincil tipte, arteritin kalıtımla geçme şansı değişken, ama belirlidir. Bu genetik faktör, anneden çocuğa geçen bir gen olarak düşünülür ve erkek çocuktan çok kız çocuğa geçtiğine inanılır. Şekil bozukluğuna varan eklem zedelenmesine yol açan ve kalıtımla geçen birkaç başka hastalık daha vardır.
İkincil tipte, hastalığa yol açan en yaygın faktörün eklemlere yanlış ve aşırı bir biçimde yüklenme olduğu düşünülür. Böylece, doğum sırasında kalça eklemlerinde olduğu gibi bir eklem şekil bozukluğuna uğrar ya da kayarsa, "karşılaşma"nın mükemmelliği ya da mafsal kıkırdak yüzeylerinin uyumu kaybolur ve osteoarterit gelişir. Benzer biçimde, bir eklemde daha önce meydana gelmiş bir zedelenme de ikincil tipte arterite yol açabilir. Eğer bir kırık, uygun biçimde yerleştirilmezse, kemik kötü kaynar ve böylece üzerine çok yük binen en yakındaki eklem, bir süre sonra osteoarterit üretir. Ancak, bu tür bir zedelenme şiddetli olmayabilir; hastalık genellikle hafif ve düzenli aralıklarla seyreder. Anlaşılabileceği gibi, belli türden işlerde çalışan işçilerin eklemlerinde dejeneratif değişikliklerin gelişme olasılığı, bütün gün masalarında oturanlardan daha fazladır. Bu tür işlerde çalışanlara ve hastalıklarına örnek olarak, havalı pompayla çalışan beton delme işçilerinin dirseklerini, madencilerin dizlerini ve hamalların bellerini gösterebiliriz. Belli tür sporlarla uğraşanlar bile risk altındadır. Obesite (aşırı şişmanlık) başka bir önemli faktördür ve özellikle ağır yük taşıyan kalça ve diz eklemlerinde olmak üzere, osteoarterit, zayıflardan çok şişmanlarda görülür.
Bütün bu faktörler, içinde ana hastalık nedeninin yattığı mafsal kıkırdağını etkiler. Araştırmacı bilim adamları mafsal kıkırdağının neden dejenere olduğu konusu üzerinde sıkı bir biçimde çalışmaktadırlar. Örneğin, mafsal kıkırdağının kimyasal yapısındaki karmaşık değişikliklerin, onun böyle bir hastalığa yakalanma olasılığını artırdığı artık bilinmektedir. Son zamanlarda elde edilmiş birtakım kanıtlar da bazen mafsal sıvısında ve kıkırdağında da bulunan bazı kalsiyum tuzlarının osteoarterite yol açabileceğini göstermiştir.
Eklemlerde ortaya çıkan belirtiler
En sık görülen belirti, bir ya da daha çok sayıda eklemde hissedilen ağrı veya acıdır. Bu eklemleri hareket ettirmek zorlaşabilir ve eklemler esnekliklerini biraz yitirir. Belirtiler, orta yaşlı ya da yaşlı insanlarda birkaç hafta ya da birkaç ay boyunca tedricen gelişir. Yaygın olarak duyulan bir şikâyet, soğuk ya da rutubetli havalarda ağrıların daha da artmasıdır. Ağrı, eklem yerinde oluşan herhangi bir yaralanmadan ve içi sıvıyla dolu bir şişmeden sonra da artar. Eklemlerin aşırı kullanılması belirtileri daha da şiddetlendirir ve geceleri ağrı iyice rahatsız edici olabilir.
Hastalık belirtileri bazen belli türden burkulma ve yaralanmalardan sonra çok hızlı bir biçimde gelişir. Başlangıçta çok bariz olan ağrı ve tutulmalar, dinlenme ve tedaviyle geçer. Fakat hastalık nasıl başlarsa başlasın, belirtiler hep değişir; bazen azalır bazen de artar. Her hastanın "iyi" ve "kötü" günleri vardır.
Sakatlık pek görülmez ama, uzun süren vakalarda kas zayıflaması ve eklem deformasyonu ciddi bir problem olabilir. Sonuç ne olursa olsun, osteoarteritin eklemlerle ilgili bir hastalık olduğunu ve genel bir halsizlik hissine, ateşlenmeye, iştahsızlığa ya da kilo kaybına yol açmadığının bilinmesi önemlidir. Bu anlamda osteoarterit, örneğin, vücudun tümünün ağrılardan musdarip olduğu romatizmal arteritten bütünüyle farklıdır.
Sıkça etkilenen eklemler
Hastalıktan daha çok hangi eklemlerin etkileneceği, büyük ölçüde yukarda tartıştığımız nedenlere bağlıdır. Özellikle kadınlarda olmak üzere ellerde küçük kemiksi şişkinlikler ortaya çıkabilir. Ellerin uç eklemlerinin üstünde (Heberden düğümü) ve parmakların orta eklemlerinde görünen bu şişkinlikler elleri yumru yumru yapar. Başparmağın alt kısmı da etkilenerek karemsi bir biçim alabilir. Parmaklar sertleşir ve elle çalışmak acı duymaya yol açabilir. Akut belirtilerde seyrek olarak görülen kızarıklık ve şişme, bu eklemlerde iltihap bulunduğunun göstergesi olabilir. Korkulduğunun tersine, böyle bir durumda ellerinizi kullanmaya devam edebilir, örneğin örgü örebilir ve dantel işleyebilirsiniz. Birincil tipteki bu osteoarterit, göğüs ve kürek kemikleriyle birlikte köprücük kemiğine yerleşmiş eklemlerde, dizlerde, baş parmaklarda ve boyun ve sırttaki küçük eklemlerde de ortaya çıkabilir.
Diz ve kalçalardaki arterit, yürürken ya da merdiven çıkarken karşılaşılan güçlüklerin nedenidir çoğunlukla. Her iki eklemin de ağır yükler taşımak zorunda olduğu düşünülürse, çok şişman insanların zayıflara oranla daha fazla ağrı hissettiklerini öğrenmek şaşırtıcı olmaz. Hasta, gençse, başka nedenlerle ortaya çıkmış ikincil bir arteritin varlığı düşünülebilir. Dizde ortaya çıkan arteritte uyluk kasları bir süre sonra zayıflar, bunun sonucunda diz eklemini düz tutmak zorlaşır ve şişkinlik görülür. Dizin arka kısmında kistler oluşabilir. İlerlemiş vakalarda dizdeki yumulma çok seyrek olarak ya dışa doğru (yamuk bacak), ya da içe doğru bir çıkıntı (çarpık bacak) halini alabilir. Özellikle gençlerde ve atletik yapılı yetişkinlerde olmak üzere, yalnızca dizkapağının arka kısmının etkilendiği de olur.
Kalçanın hastalanması durumunda, kalçadan geçen sinir dizden de geçtiği için, sinirin uyarılması, yalnızca kalça bölgesinde değil, dizde de ağrıya yol açar. Böyle durumlarda yürüme sarsaklasın Yine, kalça kasları zayıfladığı için kalça kemiğini düzgün tutmak ve bacakları ayırmak mümkün olmaz. Bunu, daha şiddetli vakalarda bacağın kısalması izler. Bu şekil bozukluğu, yürürken sırt ağrısı yapan sırt eğilmesine de yol açar.
Osteoarterit sık sık ayaklarda, özellikle de başparmak eklemlerinde görülür. Bu eklemler vücuttaki diğer eklemlerden daha çok yük taşır. Bunyonları hemen hemen herkes bilir. Bunyonların yol açtığı ağrı ve şişkinliklerin nedeni genellikle dar ayakkabılar, daha çok da yüksek topuklu olanlarıdır. Ne yazık ki, genç kızlar, modaya uygun, ama hastalığa da uygun ayakkabıları tercih ederek, sonraki yılların bozuk biçimli, sıkıntı kaynağı ayakları için ilk girişimleri yapmış olurlar.
Bu konu, boyun ve sırt ağrıları hakkında da bir hatırlatma yapmadan tamamlanmış sayılmaz. Hayatının şu ya da bu döneminde bu ağrıları hiç tanımadan yaşayan çok az insan vardır çünkü. Bu ağrıların pek çok nedeni vardır ama, en yaygın olanı, vertebralardaki (belkemiği kemikleri) küçük eklemlerde ve disklerde (vertebralar arasındaki yuvarlak, yassı yastıkçıklar) oluşan dejeneratif değişmelerdir. Osteoarteritin, belkemiğinde görülen bu özel türüne spondylosis denir. Kol ve bacaklardaki karıncalanmayla birlikte ortaya çıkan şiddetli ağrılar ve hareketliliğin azalmasının nedeni, boyun ya da sırttaki bir diskin "kayması" olabilir. Diskin sinirlere yaptığı baskı kol ya da bacaktaki kasların zayıflamasına ve acı duyulmasına yol açar. Kuşkusuz böyle bir durum genç bir insanda ve spondylosise bağlı olmadan da ortaya çıkabilir. Müzmin vakalarda, özellikle de yaşlılarda boyun ve sırt, esnekliğini bir ölçüde yitirir ve hastaların hareket yetenekleri azalır.
Doktor teşhisi
Doktor, hastanın anlattığı belirtileri ve açıkça görülen diğer ayrıntıları not ettikten sonra, rahatsızlığa yol açan eklemi ya da duruma göre eklemleri muayene etmek isteyecektir. Bu, ele alınan eklemde kemiksi şişkinliklerin bulunması, eklemler hareket ettirildiğinde duyulan tipik gıcırtılı sesin duyulması gibi öbür ipuçlarıyla birlikte teşhisi güçlendirecektir. Sırt ve boyun ağrısı olan hastalarda duyumları, kas gücünü ve özel bir "çekiç" kullanarak kol ve bacak reflekslerini ölçmek gerekli olabilir. Vücudun diğer bölgeleri osteoarteritten etkilenmez.
Özel testler içinde en yararlısı, teşhisi tamamlayacak olan röntgen filmidir. Röntgen filmi, hastalığın bütün belirtilerini ortaya çıkaramasa da, eklemin hasar görmüş bölgesini tetkik etmede yararlı bir yoldur. Test için kan almak da normal yollardan biridir. Eğer bunlar ve eklem sıvısının incelenmesi gibi öbür laboratuvar testleri istenmişse, bunun nedeni, doktorun, elde ettiği belirtilere başka hastalıkların yol açmadığından emin olmak istemesidir.
Arteritlerin en yaygını olan bu arterit türü dejeneratif (eklem tahribatına yol açan) ve vücuttaki bir ya da birden daha çok eklemi etkiyen bir hastalıktır. İnsanlarda da, hayvanlarda da görülür. Aslında bu arteritin varlığına ilişkin işaretler tarih öncesi insanında ve çok sayıda fosil kalıntısında da bulunmuştur.
Dünyanın çeşitli yerlerinde yapılan farklı araştırmalar, insanların yüzde 10'unun şurasında ya da burasında osteoarterit olduğunu göstermiştir. Ancak, hastalık oranı yaşla birlikte artar. Elli yaşın üstündeki insanların röntgen filmleri alınsaydı, bunların yüzde 80'den fazlasının vücudunda bu arteritin yol açtığı değişiklikler görülürdü. Neyse ki, bunlardan yalnızca yüzde yirmi beşi ağrılardan şikâyetçidir. Röntgen araştırmaları, yirmi yaş grubunda hastalık oranının yüzde 10 olduğunu göstermiştir. Hastalıktan gerçekten acı çekenlerin sayısının bu yaş grubunda da çok fazla olmadığını burada belirtelim.
Bütün yetişkinler hastalığa yakalanabilirler ama, hastalık belirtileri orta-yaşlı kadınlarda daha sık görülür. Kuşkusuz çalışan kadınlarda daha yaygındır ve onları işten bile alıkoyar. Hastalığın üçüncü derecede yaygın olduğu kesim ise çalışan erkeklerdir.
Eklemlerdeki değişiklikler
Bu hastalıkla ortaya çıkan anormal değişiklikler esas olarak kemiklerin uçlarını kaplayan mafsal kıkırdaklarını etkiler. Ortaya çıkan ilk işaret, bu kıkırdağın belli ölçüde yumuşaması ve yüzeyinde, çıplak gözle görülemeyecek küçüklükte çatlakların oluşmasıdır. Bu çatlaklar bir süre sonra daha da derinleşir ve eklem sıvısında bulunan enzimler mafsal kıkırdağının daha derindeki tabakalarını tahrip eder. Aynı zamanda, küçük kıkırdak parçaları eklem yüzeyine dağılır ve düz yüzey pürüzlü bir hale gelir. Yürüme sırasında, dizde olduğu gibi, iki pürüzlü yüzeyin birbirine sürtünmesi mafsal kıkırdağının yıpranmasına neden olur; artık normal düzeni bozucu değişiklikler başlamıştır.
Kıkırdağın hemen altındaki kemik de tarhibattan kurtulamaz. Kemik, adeta daha kuvvetli bir hale gelmek için kalınlaşır ve yeni kemik genişleyerek eklemin sınırlarına dayanır (osteophytes). Muhtemelen, tahrip olmuş yüzeyde bulunan sıkışmış sıvının yaptığı basınç nedeniyle kemikte de delikler ve kistler oluşur. En kötüsü, mafsal kıkırdağının, hemen altında aynı hücuma maruz kalmış kemikle birlikte tamamen yıpranması durumudur. Bu durumda kemik uçları eklemlerin hareket etmesiyle birlikte birbirini ezer. Dolaylı olarak, çevrede bulunan tendonlar, vücut bağları ve kaslar da etkilenir ve zayıf düşer. Sonuç olarak eklemin bütün yapısı değişir ve şekli, kötü bir biçimde bozulabilir.
Osteoarterit Nedenleri
Muhtemelen birçok faktör işe karışmaktadır. Osteoarteritler genellikle iki büyük kategoriye ayrılır: "birincil" ve "ikincil". Birincil tipte normal bir eklemde bozucu değişmelere yol açan ve nedenleri bilinmeyen bir arterit söz konusuyken, ikincil tipte, arteritin nedenleri bilinir.
Birincil tipte, arteritin kalıtımla geçme şansı değişken, ama belirlidir. Bu genetik faktör, anneden çocuğa geçen bir gen olarak düşünülür ve erkek çocuktan çok kız çocuğa geçtiğine inanılır. Şekil bozukluğuna varan eklem zedelenmesine yol açan ve kalıtımla geçen birkaç başka hastalık daha vardır.
İkincil tipte, hastalığa yol açan en yaygın faktörün eklemlere yanlış ve aşırı bir biçimde yüklenme olduğu düşünülür. Böylece, doğum sırasında kalça eklemlerinde olduğu gibi bir eklem şekil bozukluğuna uğrar ya da kayarsa, "karşılaşma"nın mükemmelliği ya da mafsal kıkırdak yüzeylerinin uyumu kaybolur ve osteoarterit gelişir. Benzer biçimde, bir eklemde daha önce meydana gelmiş bir zedelenme de ikincil tipte arterite yol açabilir. Eğer bir kırık, uygun biçimde yerleştirilmezse, kemik kötü kaynar ve böylece üzerine çok yük binen en yakındaki eklem, bir süre sonra osteoarterit üretir. Ancak, bu tür bir zedelenme şiddetli olmayabilir; hastalık genellikle hafif ve düzenli aralıklarla seyreder. Anlaşılabileceği gibi, belli türden işlerde çalışan işçilerin eklemlerinde dejeneratif değişikliklerin gelişme olasılığı, bütün gün masalarında oturanlardan daha fazladır. Bu tür işlerde çalışanlara ve hastalıklarına örnek olarak, havalı pompayla çalışan beton delme işçilerinin dirseklerini, madencilerin dizlerini ve hamalların bellerini gösterebiliriz. Belli tür sporlarla uğraşanlar bile risk altındadır. Obesite (aşırı şişmanlık) başka bir önemli faktördür ve özellikle ağır yük taşıyan kalça ve diz eklemlerinde olmak üzere, osteoarterit, zayıflardan çok şişmanlarda görülür.
Bütün bu faktörler, içinde ana hastalık nedeninin yattığı mafsal kıkırdağını etkiler. Araştırmacı bilim adamları mafsal kıkırdağının neden dejenere olduğu konusu üzerinde sıkı bir biçimde çalışmaktadırlar. Örneğin, mafsal kıkırdağının kimyasal yapısındaki karmaşık değişikliklerin, onun böyle bir hastalığa yakalanma olasılığını artırdığı artık bilinmektedir. Son zamanlarda elde edilmiş birtakım kanıtlar da bazen mafsal sıvısında ve kıkırdağında da bulunan bazı kalsiyum tuzlarının osteoarterite yol açabileceğini göstermiştir.
Eklemlerde ortaya çıkan belirtiler
En sık görülen belirti, bir ya da daha çok sayıda eklemde hissedilen ağrı veya acıdır. Bu eklemleri hareket ettirmek zorlaşabilir ve eklemler esnekliklerini biraz yitirir. Belirtiler, orta yaşlı ya da yaşlı insanlarda birkaç hafta ya da birkaç ay boyunca tedricen gelişir. Yaygın olarak duyulan bir şikâyet, soğuk ya da rutubetli havalarda ağrıların daha da artmasıdır. Ağrı, eklem yerinde oluşan herhangi bir yaralanmadan ve içi sıvıyla dolu bir şişmeden sonra da artar. Eklemlerin aşırı kullanılması belirtileri daha da şiddetlendirir ve geceleri ağrı iyice rahatsız edici olabilir.
Hastalık belirtileri bazen belli türden burkulma ve yaralanmalardan sonra çok hızlı bir biçimde gelişir. Başlangıçta çok bariz olan ağrı ve tutulmalar, dinlenme ve tedaviyle geçer. Fakat hastalık nasıl başlarsa başlasın, belirtiler hep değişir; bazen azalır bazen de artar. Her hastanın "iyi" ve "kötü" günleri vardır.
Sakatlık pek görülmez ama, uzun süren vakalarda kas zayıflaması ve eklem deformasyonu ciddi bir problem olabilir. Sonuç ne olursa olsun, osteoarteritin eklemlerle ilgili bir hastalık olduğunu ve genel bir halsizlik hissine, ateşlenmeye, iştahsızlığa ya da kilo kaybına yol açmadığının bilinmesi önemlidir. Bu anlamda osteoarterit, örneğin, vücudun tümünün ağrılardan musdarip olduğu romatizmal arteritten bütünüyle farklıdır.
Sıkça etkilenen eklemler
Hastalıktan daha çok hangi eklemlerin etkileneceği, büyük ölçüde yukarda tartıştığımız nedenlere bağlıdır. Özellikle kadınlarda olmak üzere ellerde küçük kemiksi şişkinlikler ortaya çıkabilir. Ellerin uç eklemlerinin üstünde (Heberden düğümü) ve parmakların orta eklemlerinde görünen bu şişkinlikler elleri yumru yumru yapar. Başparmağın alt kısmı da etkilenerek karemsi bir biçim alabilir. Parmaklar sertleşir ve elle çalışmak acı duymaya yol açabilir. Akut belirtilerde seyrek olarak görülen kızarıklık ve şişme, bu eklemlerde iltihap bulunduğunun göstergesi olabilir. Korkulduğunun tersine, böyle bir durumda ellerinizi kullanmaya devam edebilir, örneğin örgü örebilir ve dantel işleyebilirsiniz. Birincil tipteki bu osteoarterit, göğüs ve kürek kemikleriyle birlikte köprücük kemiğine yerleşmiş eklemlerde, dizlerde, baş parmaklarda ve boyun ve sırttaki küçük eklemlerde de ortaya çıkabilir.
Diz ve kalçalardaki arterit, yürürken ya da merdiven çıkarken karşılaşılan güçlüklerin nedenidir çoğunlukla. Her iki eklemin de ağır yükler taşımak zorunda olduğu düşünülürse, çok şişman insanların zayıflara oranla daha fazla ağrı hissettiklerini öğrenmek şaşırtıcı olmaz. Hasta, gençse, başka nedenlerle ortaya çıkmış ikincil bir arteritin varlığı düşünülebilir. Dizde ortaya çıkan arteritte uyluk kasları bir süre sonra zayıflar, bunun sonucunda diz eklemini düz tutmak zorlaşır ve şişkinlik görülür. Dizin arka kısmında kistler oluşabilir. İlerlemiş vakalarda dizdeki yumulma çok seyrek olarak ya dışa doğru (yamuk bacak), ya da içe doğru bir çıkıntı (çarpık bacak) halini alabilir. Özellikle gençlerde ve atletik yapılı yetişkinlerde olmak üzere, yalnızca dizkapağının arka kısmının etkilendiği de olur.
Kalçanın hastalanması durumunda, kalçadan geçen sinir dizden de geçtiği için, sinirin uyarılması, yalnızca kalça bölgesinde değil, dizde de ağrıya yol açar. Böyle durumlarda yürüme sarsaklasın Yine, kalça kasları zayıfladığı için kalça kemiğini düzgün tutmak ve bacakları ayırmak mümkün olmaz. Bunu, daha şiddetli vakalarda bacağın kısalması izler. Bu şekil bozukluğu, yürürken sırt ağrısı yapan sırt eğilmesine de yol açar.
Osteoarterit sık sık ayaklarda, özellikle de başparmak eklemlerinde görülür. Bu eklemler vücuttaki diğer eklemlerden daha çok yük taşır. Bunyonları hemen hemen herkes bilir. Bunyonların yol açtığı ağrı ve şişkinliklerin nedeni genellikle dar ayakkabılar, daha çok da yüksek topuklu olanlarıdır. Ne yazık ki, genç kızlar, modaya uygun, ama hastalığa da uygun ayakkabıları tercih ederek, sonraki yılların bozuk biçimli, sıkıntı kaynağı ayakları için ilk girişimleri yapmış olurlar.
Bu konu, boyun ve sırt ağrıları hakkında da bir hatırlatma yapmadan tamamlanmış sayılmaz. Hayatının şu ya da bu döneminde bu ağrıları hiç tanımadan yaşayan çok az insan vardır çünkü. Bu ağrıların pek çok nedeni vardır ama, en yaygın olanı, vertebralardaki (belkemiği kemikleri) küçük eklemlerde ve disklerde (vertebralar arasındaki yuvarlak, yassı yastıkçıklar) oluşan dejeneratif değişmelerdir. Osteoarteritin, belkemiğinde görülen bu özel türüne spondylosis denir. Kol ve bacaklardaki karıncalanmayla birlikte ortaya çıkan şiddetli ağrılar ve hareketliliğin azalmasının nedeni, boyun ya da sırttaki bir diskin "kayması" olabilir. Diskin sinirlere yaptığı baskı kol ya da bacaktaki kasların zayıflamasına ve acı duyulmasına yol açar. Kuşkusuz böyle bir durum genç bir insanda ve spondylosise bağlı olmadan da ortaya çıkabilir. Müzmin vakalarda, özellikle de yaşlılarda boyun ve sırt, esnekliğini bir ölçüde yitirir ve hastaların hareket yetenekleri azalır.
Doktor teşhisi
Doktor, hastanın anlattığı belirtileri ve açıkça görülen diğer ayrıntıları not ettikten sonra, rahatsızlığa yol açan eklemi ya da duruma göre eklemleri muayene etmek isteyecektir. Bu, ele alınan eklemde kemiksi şişkinliklerin bulunması, eklemler hareket ettirildiğinde duyulan tipik gıcırtılı sesin duyulması gibi öbür ipuçlarıyla birlikte teşhisi güçlendirecektir. Sırt ve boyun ağrısı olan hastalarda duyumları, kas gücünü ve özel bir "çekiç" kullanarak kol ve bacak reflekslerini ölçmek gerekli olabilir. Vücudun diğer bölgeleri osteoarteritten etkilenmez.
Özel testler içinde en yararlısı, teşhisi tamamlayacak olan röntgen filmidir. Röntgen filmi, hastalığın bütün belirtilerini ortaya çıkaramasa da, eklemin hasar görmüş bölgesini tetkik etmede yararlı bir yoldur. Test için kan almak da normal yollardan biridir. Eğer bunlar ve eklem sıvısının incelenmesi gibi öbür laboratuvar testleri istenmişse, bunun nedeni, doktorun, elde ettiği belirtilere başka hastalıkların yol açmadığından emin olmak istemesidir.
Gut Damla Hastaligi Hastalik Nedir
Gut Hastalığı Nedir, Damla Hastalığı
Gut Hastalık, Yunan ve Roma döneminden beri bilinen bir arterittir. Daha çok, yaşı 40'ın üstündeki erkekleri etkiler ve menopoza girenler hariç, kadınlarda pek görülmez.
Gut (Damla) Hastalığı Nedenleri
Gutun nedeni, eklemlere, deri ve böbreklere yerleşen ürik asit zerrecikleridir. Ürik asit, vücuttaki kimyasal süreçlerin ürettiği artıklardan biridir. Bu hastalığın kurbanları, vücutlarında daha fazla ürik asit oluşturdukları ve buna karşılık, böbreklerden, vücut dışına atılmak üzere idrarlarına daha az ürik asit geçirdikleri için kanlarında normalin üzerinde ürik asit taşırlar. Bu ürik asit kanda normal olarak çözülmeden kalır. Ama, belli koşullar altında, kanda çok fazla ürik asit birikince, iğne-biçimli ürik asit zerrecikleri eklemlerde toplanır ki, bu da gut nöbetine davetiye çıkarmak demektir.
Gutun kalıtımsal olabileceği, uzun bir zamandır kabul edilmektedir. Belli ırklar, örneğin Yeni Zelanda'daki Maoriler ve öbür Polinezyen ırklar gut hastalığına eğilimlidir. Vücutlarındaki bazı kimyasal oluşumların eksikliği yüzünden bu insanlar, kalıtımsal olarak ürik asit oranı yüksek bir kan taşıyabilirler ve bununla birleşen birçok faktör gut hastalığına yol açabilir. Bu faktörlere örnek olarak bir eklemin yaralanmasını, bir ameliyatı ve "idrar söktürücüler"i (vücuttaki fazla suyu atmak için kullanılan su-pilleri) gösterebiliriz. Yaygın inancın tersine, perhiz ve normal ölçülerle alkol içme gutta önemli faktörler değildir. Ne var ki, vücudun ürik asite dönüştürdüğü "pürinler" bakımından zengin olan karaciğer, böbrek, et suları, sardalya, balık yumurtası (havyar dahil) gibi yiyeceklerle, porto şarabı, burgonya şarabı ve öbür kırmızı şaraplar gibi belirli yiyecekler gutu geliştiren faktörler olabilir.
Gut (Damla) Hastalığı Belirtileri
Bir gut nöbeti sırasında, gut vakalarının yüzde 75'inde etkiye maruz kalan ayak başparmağı birkaç saat içinde hassaslaşır, şişer, ateşlenir ve ağrı vermeye başlar. Acı çeken hasta, gece yatağına neşeli bir şekilde yattığı halde sabahın erken saatlerinde gelen ağrıyla uyanmak zorunda kalır. Diz ve bilek gibi eklemler de aynı biçimde etkilenebilir. Hatta bazen, birkaç eklemin aynı anda hastalığa yakalandığı da olur. Tedavi dışında tutulursa, akut gut nöbeti ancak birkaç haftada yatışır.
Yeni nöbet, birkaç hafta ya da birkaç ay sonra ortaya çıkabilir. Bu aralar, hastalık tedavi edilmezse daha da kısalır. Arterit, eklemi yavaş yavaş tahrip eder. Bu, müzmin bir gut türüdür; "damlalar", ya da ürik asit zerreciklerinden oluşan kalsiyum birikintileri eklemde kalır ve hatta derinin altına, tipik olarak da kulak memesine yerleşir.
Gut Hastalık, önemli başka bir komplikasyonu, içlerinde ürik asit ihtiva eden böbrek taşlarıdır. Bu, midede çok şiddetli "sancılanma"lara yol açabilir. Bazıları bunları taş ya da kum halinde idrarlarına geçirir. Müzmin durumlarda doğrudan doğruya böbreğin kendisi yaralanır ve bazen görevlerini hakkıyla yapamaz. İçinde ciddi tehlike potansiyeli taşıyan bir durumda, normal olarak böbreklerin yok ettiği zehirli artıklar kanda toplanmaya başlar.
Gut Damla Hastalığı Tedavisi
Gut hastalığı antibiyotiklerle iyileştirilemese bile, gerek akut durumdaki belirtilerin, gerekse de daha sonra gelecek nöbetlerin şiddetini azaltacağı için, ilaçla tedavi yararlıdır. Doktor, tedaviye başlamadan önce kandaki ürik asit miktarını ölçmek için kan testi isteyebilir. Bazı hastalar için röntgen testi ve eklem sıvısında ürik asit zerrecikleri arama testi de yapılabilir.
Akut nöbetlerde geleneksel olarak colchicine adı verilen bir ilaç kullanılır. Colchicine her ne kadar etkili bir ilaçsa da, mide yanmaları, kusma gibi yan etkileri de vardır. Bu nedenle, yerini, doktorların önerecekleri uygun dozlarla kullanılmaları gereken in-domethacin ve phenylbutazone gibi ilaçlara bırakmıştır. Bu ilaçlar bir-iki gün içinde iltihabı kontrol altına alır ve ağrıları azaltır. Kısa bir süre için kullanıldıkları takdirde hazımsızlık gibi yan etkiler önemli değildir. Kendisinde gut hastalığı olduğunu bilen bir kişinin yanında bu ilaçlardan bulundurması ve belirtilerin ilk yoklamasında kullanması iyi olur.
Nöbetler çok sık geliyorsa ve eklemler guttan ötürü tahrip olmuşsa, bunun anlamı, damlaların ya da kandaki ürik asit miktarının çok arttığıdır ki, bu aşamada yukarıdaki ilaçlar yetersiz kalır. Doktor, böbreklerin fazla ürik asiti vücuttan atabilmesinde yardımcı olacak bir hap içmenize karar verebilir. Daha açık söylersek, bu hap, kandaki ürik asit miktarını aşağı çekerek yeni bir gut nöbeti olasılığını azaltır. Başarılı bir tedavi için bu ilaçların düzenli bir biçimde ye ömür boyu kullanılmaları gerekmektedir.
Daha yeni ve daha iyi bir ilaç, yalnızca önemsiz sayılacak yan etkileri olan allopurinol'dur. Bu ilaç, gutun tedavisinde bir bakıma devrim yaratmıştır ve vücudun ürik asit oluşturmasını gerçekten önler. İlaç, yukarda belirtilen durumlar dışında, böbreklerden geçen ürik asit akışını azalttığı için, özellikle böbrekleri taş üretmeye eğilimli hastalar açısından çok yararlıdır. Kandaki ürik asit düzeyini etkili bir biçimde azaltan ve eklemlerle başka yerlerde ürik asit zerreciklerinin birikmesini engelleyen Allopurinol, bir gut nöbeti sırasında ortaya çıkan belirtiler üzerinde hiçbir etki yapmaz. Bu ilaçla tedavi düzenli olmalı ve ömürboyu sürdürülmelidir. Özellikle akut gut nöbetlerinden sonraki ilk haftalar içinde meydana gelen ağrı ve şişmeyi durdurmak için —biri allopurinol, diğeri küçük dozlarda colchicine ya da indomethacin gibi bir ilaç olmak üzere— iki ilaç birden salık verilir.
İlaçla tedavi artık çok etkili olduğundan hastayı sıkı bir diyet içinde tutmak, ya da başka önlemler almak pek önemli değildir. Gene de, hastalar aşırı miktarlardaki alkolden ve purinler bakımından zengin olan yiyeceklerden kaçınırlarsa akıllılık etmiş olurlar. Aşırı şişmanların zayıflamaları gerekmektedir. Doktorların bunlara bol miktarda sıvı besin önermeleri iyi olur. Nihayet, idrar söktürücüler (su-pilleri) ya da aspirin gibi ilaçlar kandaki ürik asit miktarını artıracakları için, mümkünse bunlardan kaçınılmalıdır. Bugün, uygun bir tıbbi gözetim altındaki gutlu kişi, bu sayede daha büyük acılardan ve sakatlanmalardan uzak tutulabilir.
Gut Hastalık, Yunan ve Roma döneminden beri bilinen bir arterittir. Daha çok, yaşı 40'ın üstündeki erkekleri etkiler ve menopoza girenler hariç, kadınlarda pek görülmez.
Gut (Damla) Hastalığı Nedenleri
Gutun nedeni, eklemlere, deri ve böbreklere yerleşen ürik asit zerrecikleridir. Ürik asit, vücuttaki kimyasal süreçlerin ürettiği artıklardan biridir. Bu hastalığın kurbanları, vücutlarında daha fazla ürik asit oluşturdukları ve buna karşılık, böbreklerden, vücut dışına atılmak üzere idrarlarına daha az ürik asit geçirdikleri için kanlarında normalin üzerinde ürik asit taşırlar. Bu ürik asit kanda normal olarak çözülmeden kalır. Ama, belli koşullar altında, kanda çok fazla ürik asit birikince, iğne-biçimli ürik asit zerrecikleri eklemlerde toplanır ki, bu da gut nöbetine davetiye çıkarmak demektir.
Gutun kalıtımsal olabileceği, uzun bir zamandır kabul edilmektedir. Belli ırklar, örneğin Yeni Zelanda'daki Maoriler ve öbür Polinezyen ırklar gut hastalığına eğilimlidir. Vücutlarındaki bazı kimyasal oluşumların eksikliği yüzünden bu insanlar, kalıtımsal olarak ürik asit oranı yüksek bir kan taşıyabilirler ve bununla birleşen birçok faktör gut hastalığına yol açabilir. Bu faktörlere örnek olarak bir eklemin yaralanmasını, bir ameliyatı ve "idrar söktürücüler"i (vücuttaki fazla suyu atmak için kullanılan su-pilleri) gösterebiliriz. Yaygın inancın tersine, perhiz ve normal ölçülerle alkol içme gutta önemli faktörler değildir. Ne var ki, vücudun ürik asite dönüştürdüğü "pürinler" bakımından zengin olan karaciğer, böbrek, et suları, sardalya, balık yumurtası (havyar dahil) gibi yiyeceklerle, porto şarabı, burgonya şarabı ve öbür kırmızı şaraplar gibi belirli yiyecekler gutu geliştiren faktörler olabilir.
Gut (Damla) Hastalığı Belirtileri
Bir gut nöbeti sırasında, gut vakalarının yüzde 75'inde etkiye maruz kalan ayak başparmağı birkaç saat içinde hassaslaşır, şişer, ateşlenir ve ağrı vermeye başlar. Acı çeken hasta, gece yatağına neşeli bir şekilde yattığı halde sabahın erken saatlerinde gelen ağrıyla uyanmak zorunda kalır. Diz ve bilek gibi eklemler de aynı biçimde etkilenebilir. Hatta bazen, birkaç eklemin aynı anda hastalığa yakalandığı da olur. Tedavi dışında tutulursa, akut gut nöbeti ancak birkaç haftada yatışır.
Yeni nöbet, birkaç hafta ya da birkaç ay sonra ortaya çıkabilir. Bu aralar, hastalık tedavi edilmezse daha da kısalır. Arterit, eklemi yavaş yavaş tahrip eder. Bu, müzmin bir gut türüdür; "damlalar", ya da ürik asit zerreciklerinden oluşan kalsiyum birikintileri eklemde kalır ve hatta derinin altına, tipik olarak da kulak memesine yerleşir.
Gut Hastalık, önemli başka bir komplikasyonu, içlerinde ürik asit ihtiva eden böbrek taşlarıdır. Bu, midede çok şiddetli "sancılanma"lara yol açabilir. Bazıları bunları taş ya da kum halinde idrarlarına geçirir. Müzmin durumlarda doğrudan doğruya böbreğin kendisi yaralanır ve bazen görevlerini hakkıyla yapamaz. İçinde ciddi tehlike potansiyeli taşıyan bir durumda, normal olarak böbreklerin yok ettiği zehirli artıklar kanda toplanmaya başlar.
Gut Damla Hastalığı Tedavisi
Gut hastalığı antibiyotiklerle iyileştirilemese bile, gerek akut durumdaki belirtilerin, gerekse de daha sonra gelecek nöbetlerin şiddetini azaltacağı için, ilaçla tedavi yararlıdır. Doktor, tedaviye başlamadan önce kandaki ürik asit miktarını ölçmek için kan testi isteyebilir. Bazı hastalar için röntgen testi ve eklem sıvısında ürik asit zerrecikleri arama testi de yapılabilir.
Akut nöbetlerde geleneksel olarak colchicine adı verilen bir ilaç kullanılır. Colchicine her ne kadar etkili bir ilaçsa da, mide yanmaları, kusma gibi yan etkileri de vardır. Bu nedenle, yerini, doktorların önerecekleri uygun dozlarla kullanılmaları gereken in-domethacin ve phenylbutazone gibi ilaçlara bırakmıştır. Bu ilaçlar bir-iki gün içinde iltihabı kontrol altına alır ve ağrıları azaltır. Kısa bir süre için kullanıldıkları takdirde hazımsızlık gibi yan etkiler önemli değildir. Kendisinde gut hastalığı olduğunu bilen bir kişinin yanında bu ilaçlardan bulundurması ve belirtilerin ilk yoklamasında kullanması iyi olur.
Nöbetler çok sık geliyorsa ve eklemler guttan ötürü tahrip olmuşsa, bunun anlamı, damlaların ya da kandaki ürik asit miktarının çok arttığıdır ki, bu aşamada yukarıdaki ilaçlar yetersiz kalır. Doktor, böbreklerin fazla ürik asiti vücuttan atabilmesinde yardımcı olacak bir hap içmenize karar verebilir. Daha açık söylersek, bu hap, kandaki ürik asit miktarını aşağı çekerek yeni bir gut nöbeti olasılığını azaltır. Başarılı bir tedavi için bu ilaçların düzenli bir biçimde ye ömür boyu kullanılmaları gerekmektedir.
Daha yeni ve daha iyi bir ilaç, yalnızca önemsiz sayılacak yan etkileri olan allopurinol'dur. Bu ilaç, gutun tedavisinde bir bakıma devrim yaratmıştır ve vücudun ürik asit oluşturmasını gerçekten önler. İlaç, yukarda belirtilen durumlar dışında, böbreklerden geçen ürik asit akışını azalttığı için, özellikle böbrekleri taş üretmeye eğilimli hastalar açısından çok yararlıdır. Kandaki ürik asit düzeyini etkili bir biçimde azaltan ve eklemlerle başka yerlerde ürik asit zerreciklerinin birikmesini engelleyen Allopurinol, bir gut nöbeti sırasında ortaya çıkan belirtiler üzerinde hiçbir etki yapmaz. Bu ilaçla tedavi düzenli olmalı ve ömürboyu sürdürülmelidir. Özellikle akut gut nöbetlerinden sonraki ilk haftalar içinde meydana gelen ağrı ve şişmeyi durdurmak için —biri allopurinol, diğeri küçük dozlarda colchicine ya da indomethacin gibi bir ilaç olmak üzere— iki ilaç birden salık verilir.
İlaçla tedavi artık çok etkili olduğundan hastayı sıkı bir diyet içinde tutmak, ya da başka önlemler almak pek önemli değildir. Gene de, hastalar aşırı miktarlardaki alkolden ve purinler bakımından zengin olan yiyeceklerden kaçınırlarsa akıllılık etmiş olurlar. Aşırı şişmanların zayıflamaları gerekmektedir. Doktorların bunlara bol miktarda sıvı besin önermeleri iyi olur. Nihayet, idrar söktürücüler (su-pilleri) ya da aspirin gibi ilaçlar kandaki ürik asit miktarını artıracakları için, mümkünse bunlardan kaçınılmalıdır. Bugün, uygun bir tıbbi gözetim altındaki gutlu kişi, bu sayede daha büyük acılardan ve sakatlanmalardan uzak tutulabilir.
Anklioz Ankylosing Spondylitis Nedir
Anklioz'a yol açan spondylitis, Ankylosing Spondylitis
Anlaşılması görünüşte güç olan bu terim, bel kemiklerindeki (vertebralardaki) eklemlerle oluşan iltihap ve arteritleri anlatmak için kullanılır. İltihaplanan vertebralar sertleşip, katılaşır ve birbirleriyle birleşir (anklylosis). Eskiden sanıldığının tersine, hiç de seyrek olmayan bu hastalığa erkeklerin yakalanma oranı kadınlardan beş kat daha fazladır. Hastalık tipik bir biçimde 20'li yaşlardaki genç erkeklerde başlar.
Anklioza Yol Açan Nedenler (Ankylosan Spondylitis)
Hastalığın nedenleri pek bilinmese de, araştırmalar, kalıtım faktörünün çok önemli olduğunu göstermektedir. "HLA-B27" adı verilen gen ya da jenetik işaret, son zamanlarda yapılan araştırmalara katılan hastaların yüzde 90'ında bulunmuştur. Bu, yalnızca B27 geni taşıyan birinin spondylitis geliştirme olasılığının ortalamaya göre daha yüksek olduğu anlamına gelmez, aynı zamanda, bu kişinin akrabalarının vücutlarında da hastalık taşıyan genlerin yaygın olduğunu gösterir. Ancak, bu kişilerde hastalığa neyin yol açtığı anlaşılamamıştır. Araştırmacılar, arterite, bir enfeksiyonun neden olma olasılığı üzerinde çalışmaktadırlar.
Belirtiler
Birçok durumda görülen ilk belirti, yavaş yavaş gelişen bir ağrı ve özellikle sabahları yataktan kalkınca daha bariz bir şekilde hissedilen bel tutulmasıdır. Bu belirtiler kalçada ve uyluk kemiğinin arka kısmında da hissedilebilir. Sırttaki ağrının nedeni, belin alt kısmıyla (kuyruksokumu) kalça kemikleri arasında kalan yer olan sacroiliac'taki eklemlerin iltihaplanmasıdır. Bu iltihap yavaş yavaş belkemiğine yayılır, bel, sırt ve boyun tutulabilir. Belkemiğinin öne doğru eğilmesi yüzünden, arkaya doğru yapılan bel ve sırt hareketleri sınırlanır ve yavaş yavaş gelişen kamburumsu bir duruş edinilir. Daha kötü durumlarda boyun da eğilir. Kaburga kemikleri ve vertebralar adasındaki eklemlerin iltihaplanması nedeniyle nefes alıp verme zorlaşır.
Bu arteritten omuzlar, kalçalar ve dizler etkilenebilir, hatta hastalığın ilk belirtileri bazen bu bölgelerdeki ağrılar olabilir. Nadir olarak el ve ayaklardaki küçük eklemlerin de etkilendiği görülür. Romatizmal ağrılar vücudun her tarafındaki yumuşak dokularda, örneğin göğüste ve topuklarda görülebilir. Spondylitisin müzmin bir durum olmasına karşın, normal seyri çok ağırdır ve yıllarca hareketsiz kalır. Bazı hastalar, yalnızca arada bir ağrı hisseder ki, o da pek şiddetli değildir. Diğer hastalar periyodik olarak ağrılı dönemler yaşar ama ağrılar bir süre sonra azalır. Birçoğunda sırtın üst kısımları, boyun ve diğer eklemler hiçbir zaman etkilenmez. Yalnızca çok az insanda eklemlerin birleşmesiyle belkemiği esnekliğini bütünüyle yitirir ve kalça sakatlıkları görülür.
Şimdi sayacaklarımızdan birincisi dışında, tümü çok seyrek olarak gerçekleşen komplikasyonlar da ortaya çıkabilir. Bunlar, göz iltihaplanması, sızıntılı kalp kapakçıkları, kalbin yeterli hızda çalışamaması, akciğerlerin iltihaplanması ve bükülmez hale gelmiş belkemiğinin kırılmasıdır. Bazen, anklioza yol açan spondylitis belirtilerine benzer belirtiler, yaygın bir deri hastalığı olan sedef ve bir barsak iltihabı olan kolit gibi başka hastalıkları olan kişilerde de görülür.
Tedavi
Doktor, teşhisini sacro-iliac eklemlerinin ve genellikle aynı tipik değişiklikleri gösteren belkemiğinin röntgen filmini inceleyerek tamamlar. B27 işaretinin durumunu belirlemek ve hastalığın, tedaviye başlamadan önce ne ölçüde aktif olduğunu anlayabilmek için kan testi de yaptırabilir. Doktor, hastasının hareketliliğini korumak ve mümkün olduğu kadar aktif bir hayat sürmesi için onu cesaretlendirecek-tir. Dinlenme, eklemlerdeki katılaşmayı artıracak, birbirlerine kaynamalarına yol açacaktır; ama çok gerekiyorsa, süresi kısa tutulmalıdır.
Fizyoterapi ve yüzme, tutulmayı gevşetmede yararlı olur. Terapist, özellikle nefes alma ve bel alıştırmaları konusunda olmak üzere, hastasının düzenli bir ev alıştırmaları programı uygulaması için gerekli olan bilgileri verecektir. Otururken, ayakta dururken ve yürürken uygulanacak pozisyonlar önemlidir; sert bir yatak, uygun pozisyonda uyuyabilmesi için hastaya yardımcı olur. Bu sıradan önlemlerin, belkemiğini ve eklemleri şekil bozulmalarından koruduğu ya da kötüleşmesini engellediği konusunda kanıtlar vardır.
Hastalığın aktif olduğu dönemlerde, özellikle diz ya da kalçada ağrı ve şişkinlik varsa, doktor, kısa süreli bir yatak istirahati önerebilir. Ağrı ve iltihaplanmayı azaltmak için ayrıca bazı ilaçlar da verecektir. Aspirin tipi ilaçlar, gerekli görüldüğü zaman kullanılabilir. Bunun gibi, phenylbutazone ve indomethacin gibi ilaçlar da gerek akut, gerekse müzmin belirtileri kontrol altına almada çok etkilidir. Mide ve kemik ilikleri üzerinde potansiyel yan etkiler taşımalarından ötürü, bu ilaçlar sürekli doktor gözetiminde kullanılmalıdır.
Cerrahi müdahaleye, zedelenmiş bir eklemi, diyelim kalça eklemlerinden birini metal ya da plastik bir eklemle değiştirmek gerektiği zaman ve seyrek olarak başvurulur. Bu ameliyatların sonuçları çok başarılıdır. Ameliyata, gene seyrek olarak kötü bir şekilde eğilmiş belkemiğini düzeltmek için de başvurulabilir ama bu tür ameliyatların riskten uzak olmadığı bilinmelidir. Hastaların çoğu, bu tür müdahalelere gereksinim duymadan ömrünün sonuna kadar rahat bir hayat sürdürebilir.
Anlaşılması görünüşte güç olan bu terim, bel kemiklerindeki (vertebralardaki) eklemlerle oluşan iltihap ve arteritleri anlatmak için kullanılır. İltihaplanan vertebralar sertleşip, katılaşır ve birbirleriyle birleşir (anklylosis). Eskiden sanıldığının tersine, hiç de seyrek olmayan bu hastalığa erkeklerin yakalanma oranı kadınlardan beş kat daha fazladır. Hastalık tipik bir biçimde 20'li yaşlardaki genç erkeklerde başlar.
Anklioza Yol Açan Nedenler (Ankylosan Spondylitis)
Hastalığın nedenleri pek bilinmese de, araştırmalar, kalıtım faktörünün çok önemli olduğunu göstermektedir. "HLA-B27" adı verilen gen ya da jenetik işaret, son zamanlarda yapılan araştırmalara katılan hastaların yüzde 90'ında bulunmuştur. Bu, yalnızca B27 geni taşıyan birinin spondylitis geliştirme olasılığının ortalamaya göre daha yüksek olduğu anlamına gelmez, aynı zamanda, bu kişinin akrabalarının vücutlarında da hastalık taşıyan genlerin yaygın olduğunu gösterir. Ancak, bu kişilerde hastalığa neyin yol açtığı anlaşılamamıştır. Araştırmacılar, arterite, bir enfeksiyonun neden olma olasılığı üzerinde çalışmaktadırlar.
Belirtiler
Birçok durumda görülen ilk belirti, yavaş yavaş gelişen bir ağrı ve özellikle sabahları yataktan kalkınca daha bariz bir şekilde hissedilen bel tutulmasıdır. Bu belirtiler kalçada ve uyluk kemiğinin arka kısmında da hissedilebilir. Sırttaki ağrının nedeni, belin alt kısmıyla (kuyruksokumu) kalça kemikleri arasında kalan yer olan sacroiliac'taki eklemlerin iltihaplanmasıdır. Bu iltihap yavaş yavaş belkemiğine yayılır, bel, sırt ve boyun tutulabilir. Belkemiğinin öne doğru eğilmesi yüzünden, arkaya doğru yapılan bel ve sırt hareketleri sınırlanır ve yavaş yavaş gelişen kamburumsu bir duruş edinilir. Daha kötü durumlarda boyun da eğilir. Kaburga kemikleri ve vertebralar adasındaki eklemlerin iltihaplanması nedeniyle nefes alıp verme zorlaşır.
Bu arteritten omuzlar, kalçalar ve dizler etkilenebilir, hatta hastalığın ilk belirtileri bazen bu bölgelerdeki ağrılar olabilir. Nadir olarak el ve ayaklardaki küçük eklemlerin de etkilendiği görülür. Romatizmal ağrılar vücudun her tarafındaki yumuşak dokularda, örneğin göğüste ve topuklarda görülebilir. Spondylitisin müzmin bir durum olmasına karşın, normal seyri çok ağırdır ve yıllarca hareketsiz kalır. Bazı hastalar, yalnızca arada bir ağrı hisseder ki, o da pek şiddetli değildir. Diğer hastalar periyodik olarak ağrılı dönemler yaşar ama ağrılar bir süre sonra azalır. Birçoğunda sırtın üst kısımları, boyun ve diğer eklemler hiçbir zaman etkilenmez. Yalnızca çok az insanda eklemlerin birleşmesiyle belkemiği esnekliğini bütünüyle yitirir ve kalça sakatlıkları görülür.
Şimdi sayacaklarımızdan birincisi dışında, tümü çok seyrek olarak gerçekleşen komplikasyonlar da ortaya çıkabilir. Bunlar, göz iltihaplanması, sızıntılı kalp kapakçıkları, kalbin yeterli hızda çalışamaması, akciğerlerin iltihaplanması ve bükülmez hale gelmiş belkemiğinin kırılmasıdır. Bazen, anklioza yol açan spondylitis belirtilerine benzer belirtiler, yaygın bir deri hastalığı olan sedef ve bir barsak iltihabı olan kolit gibi başka hastalıkları olan kişilerde de görülür.
Tedavi
Doktor, teşhisini sacro-iliac eklemlerinin ve genellikle aynı tipik değişiklikleri gösteren belkemiğinin röntgen filmini inceleyerek tamamlar. B27 işaretinin durumunu belirlemek ve hastalığın, tedaviye başlamadan önce ne ölçüde aktif olduğunu anlayabilmek için kan testi de yaptırabilir. Doktor, hastasının hareketliliğini korumak ve mümkün olduğu kadar aktif bir hayat sürmesi için onu cesaretlendirecek-tir. Dinlenme, eklemlerdeki katılaşmayı artıracak, birbirlerine kaynamalarına yol açacaktır; ama çok gerekiyorsa, süresi kısa tutulmalıdır.
Fizyoterapi ve yüzme, tutulmayı gevşetmede yararlı olur. Terapist, özellikle nefes alma ve bel alıştırmaları konusunda olmak üzere, hastasının düzenli bir ev alıştırmaları programı uygulaması için gerekli olan bilgileri verecektir. Otururken, ayakta dururken ve yürürken uygulanacak pozisyonlar önemlidir; sert bir yatak, uygun pozisyonda uyuyabilmesi için hastaya yardımcı olur. Bu sıradan önlemlerin, belkemiğini ve eklemleri şekil bozulmalarından koruduğu ya da kötüleşmesini engellediği konusunda kanıtlar vardır.
Hastalığın aktif olduğu dönemlerde, özellikle diz ya da kalçada ağrı ve şişkinlik varsa, doktor, kısa süreli bir yatak istirahati önerebilir. Ağrı ve iltihaplanmayı azaltmak için ayrıca bazı ilaçlar da verecektir. Aspirin tipi ilaçlar, gerekli görüldüğü zaman kullanılabilir. Bunun gibi, phenylbutazone ve indomethacin gibi ilaçlar da gerek akut, gerekse müzmin belirtileri kontrol altına almada çok etkilidir. Mide ve kemik ilikleri üzerinde potansiyel yan etkiler taşımalarından ötürü, bu ilaçlar sürekli doktor gözetiminde kullanılmalıdır.
Cerrahi müdahaleye, zedelenmiş bir eklemi, diyelim kalça eklemlerinden birini metal ya da plastik bir eklemle değiştirmek gerektiği zaman ve seyrek olarak başvurulur. Bu ameliyatların sonuçları çok başarılıdır. Ameliyata, gene seyrek olarak kötü bir şekilde eğilmiş belkemiğini düzeltmek için de başvurulabilir ama bu tür ameliyatların riskten uzak olmadığı bilinmelidir. Hastaların çoğu, bu tür müdahalelere gereksinim duymadan ömrünün sonuna kadar rahat bir hayat sürdürebilir.
Cocuklarda Arterit Yetiskinlerde Tedavisi
Çocuklarda Arterit
Çocuklar, osteoarterit hariç, yetişkinleri etkileyen arteritlerin çoğuna karşı hassastırlar. Örnek olarak, mikroplu bir eklemin oluşmasına yol açabilecek bir enfeksiyonla ortaya çıkan ve antibiyotiklerle tedavi edilebilen bir arterit biçimleriyle; kızamıkçık, kabakulak ve öpüşme hastalığı virüsleriyle karışık olarak ortaya çıkan arterit biçimlerini sayabiliriz. Böyle durumlarda arterit geçicidir ve eklemlerde hiçbir iz bırakmaz
Gençlerde, Yetişkinlerde Meydana Gelen Arterit
Adından da anlaşılabileceği gibi bu tip arteritler çocuklarda (16 yaşından küçüklerde) görülür ve uzun süre devam eder. Nedenleri bilinmemektedir. Ancak, daha önce ilgili bölümlerde tartıştığımız faktörler burada da geçerlidir.
Stili hastalığı: Çocuk arteritlerinin çoğu (yüzde 70'i) bu gruba girer. Bu hastalık, adını, arteriti ilk kez 1897'de keşfeden, Londra'daki King's College Hastanesi fizikçilerinden Dr. George Frederick Stilin adından alır. Özellikle 0-5 yaş çocuklarında olmak üzere, erkeklerden çok kızlarda görülür. Hastalığın en yaygın belirtisi, bir ya da daha fazla eklemde hissedilen rahatsızlıktır. Erken bir belirti olarak çocukta "topallama" ya da "kolunu hareket ettirmekte isteksizlik" görülebilir. Ağrıyan eklemlerde yanma, tutulma ve şişme olur. Çocuk, kısa bir süre içinde kötüleşir ve oynamayı bırakır. Bazı durumlarda, eklemdeki ağrıyla birlikte yüksek ateş, isilik ve guddelerde, karaciğer ve dalakta şişme görülür. Kalbi kaplayan dış zarın (perikard) iltihaplandığı durumlarda çocuk çok büyük rahatsızlık duyabilir. En korkulan komplikasyon, doğrudan- doğruya kör olmaya götüreceği için göz iltihaplanmasıdır (iritis). Küçük çocuklar görme bozukluklarını fark edemeyebilir ya da bu konuda şikâyetçi olmayabilirler. Bu nedenle, iltihap tespiti durumunda mümkün olduğu kadar erken tedavi ettirebilmek amacıyla küçük çocukları düzenli olarak göz muayenesinden geçirmek gerekir.
Arterit zaman zaman aktif duruma geçtiğinden, çocukların çoğu (yüzde 80'i) normal bir yaşam sürer. Küçük bir kısmı normal boylarına erişemez, bir kısmında da eklem deformasyonları kalır geriye. Çelişik gibi görülebilir ama, hastalıkları akut belirtilerle ortaya çıkan çocuklar arteriti genellikle hastalıkları yavaş gelişen çocuklardan daha az tahribatla geçiştirirler.
Gençlerde romatizmal arterit: Bu, kuşkusuz, yetişkinlerdeki romatizmal arterite benzer. Bu hastalık da gene, erkek Çocuklardan çok kız çocuklarda ve genellikle 12—15 yaşları arasında görülür. Yeniyetmelerde görülen müzmin arteritlerin yüzde 15'i romatizmal arterittir. Bu konuya daha ayrıntılı bir yaklaşım için "romatizmal arterit" başlıklı bölüme bakabilirsiniz.
Anklioza yol açan spondylitis: Daha çok dokuz ve on iki yaşları arasında görülen bu hastalığın özellikleri, gene, yukarda anlatıldığı gibidir. Bu arterite yakalanan çocukların sayısı, tüm müzmin arteritti çocukların yüzde 15'ine ulaşır.
Gençlerdeki Arteritlerin Tedavisi
Doktor, fiziksel görünüş kontrolü, kan ve röntgen testlerinden sonra, ağrıyı hafifletmek ve iltihabı kontrol altına almak için gerekli ilaçları, verecektir. İlaç, eritilebilir aspirin ya da benzeri olabileceği gibi, in-domethacin gibi başka ilaçların çocuklar için uygun dozları da olabilir. Hastanın durumuna ve gelişen komplikasyonlara göre başka tedaviler de uygulanabilir. Çocukların çok azında şekli bozulmuş eklemleri düzeltmek için sonraki yaşlarda ameliyata gerek görülebilir.
Çocuğun çok hasta olduğu durumlarda yatak istirahati şarttır. Hastalıktan etkilenmiş eklemleri şekil bozukluklarından korumak için, bu eklemleri destekleyecek bir tahta da gerekli olabilir. Eklemleri ha-raketli, kasları güçlü tutmak için duruma uygun fizik-tedavi uygulamaları da çok önemlidir. Ilık bir havuzda uygulanan su tedavisi hasta çocuk için çok rahatlatıcı olabilir. Bu tür uygulamalar donanımı iyi hastanelerde yapılmalıdır.
Ana-babaların çocuklarını, mümkün olduğu kadar normal bir yaşam sürme konusunda yüreklendirmeleri çok önemlidir. Hastanede geçirilen dönemin eğitimle dengelenmesi gerekir. Hatta, gerekliyse, çocuk özel bir okulda eğitilmelidir. Özellikle arteritin aktif olduğu durumlarda futbol gibi tehlikeli sporlardan yüzme gibi daha sakin faaliyetlere geçilmesi gerekebilir. Çocuk normal, dengeli bir birey olarak gelişebileceği çevrede büyümelidir.
Çocuklar, osteoarterit hariç, yetişkinleri etkileyen arteritlerin çoğuna karşı hassastırlar. Örnek olarak, mikroplu bir eklemin oluşmasına yol açabilecek bir enfeksiyonla ortaya çıkan ve antibiyotiklerle tedavi edilebilen bir arterit biçimleriyle; kızamıkçık, kabakulak ve öpüşme hastalığı virüsleriyle karışık olarak ortaya çıkan arterit biçimlerini sayabiliriz. Böyle durumlarda arterit geçicidir ve eklemlerde hiçbir iz bırakmaz
Gençlerde, Yetişkinlerde Meydana Gelen Arterit
Adından da anlaşılabileceği gibi bu tip arteritler çocuklarda (16 yaşından küçüklerde) görülür ve uzun süre devam eder. Nedenleri bilinmemektedir. Ancak, daha önce ilgili bölümlerde tartıştığımız faktörler burada da geçerlidir.
Stili hastalığı: Çocuk arteritlerinin çoğu (yüzde 70'i) bu gruba girer. Bu hastalık, adını, arteriti ilk kez 1897'de keşfeden, Londra'daki King's College Hastanesi fizikçilerinden Dr. George Frederick Stilin adından alır. Özellikle 0-5 yaş çocuklarında olmak üzere, erkeklerden çok kızlarda görülür. Hastalığın en yaygın belirtisi, bir ya da daha fazla eklemde hissedilen rahatsızlıktır. Erken bir belirti olarak çocukta "topallama" ya da "kolunu hareket ettirmekte isteksizlik" görülebilir. Ağrıyan eklemlerde yanma, tutulma ve şişme olur. Çocuk, kısa bir süre içinde kötüleşir ve oynamayı bırakır. Bazı durumlarda, eklemdeki ağrıyla birlikte yüksek ateş, isilik ve guddelerde, karaciğer ve dalakta şişme görülür. Kalbi kaplayan dış zarın (perikard) iltihaplandığı durumlarda çocuk çok büyük rahatsızlık duyabilir. En korkulan komplikasyon, doğrudan- doğruya kör olmaya götüreceği için göz iltihaplanmasıdır (iritis). Küçük çocuklar görme bozukluklarını fark edemeyebilir ya da bu konuda şikâyetçi olmayabilirler. Bu nedenle, iltihap tespiti durumunda mümkün olduğu kadar erken tedavi ettirebilmek amacıyla küçük çocukları düzenli olarak göz muayenesinden geçirmek gerekir.
Arterit zaman zaman aktif duruma geçtiğinden, çocukların çoğu (yüzde 80'i) normal bir yaşam sürer. Küçük bir kısmı normal boylarına erişemez, bir kısmında da eklem deformasyonları kalır geriye. Çelişik gibi görülebilir ama, hastalıkları akut belirtilerle ortaya çıkan çocuklar arteriti genellikle hastalıkları yavaş gelişen çocuklardan daha az tahribatla geçiştirirler.
Gençlerde romatizmal arterit: Bu, kuşkusuz, yetişkinlerdeki romatizmal arterite benzer. Bu hastalık da gene, erkek Çocuklardan çok kız çocuklarda ve genellikle 12—15 yaşları arasında görülür. Yeniyetmelerde görülen müzmin arteritlerin yüzde 15'i romatizmal arterittir. Bu konuya daha ayrıntılı bir yaklaşım için "romatizmal arterit" başlıklı bölüme bakabilirsiniz.
Anklioza yol açan spondylitis: Daha çok dokuz ve on iki yaşları arasında görülen bu hastalığın özellikleri, gene, yukarda anlatıldığı gibidir. Bu arterite yakalanan çocukların sayısı, tüm müzmin arteritti çocukların yüzde 15'ine ulaşır.
Gençlerdeki Arteritlerin Tedavisi
Doktor, fiziksel görünüş kontrolü, kan ve röntgen testlerinden sonra, ağrıyı hafifletmek ve iltihabı kontrol altına almak için gerekli ilaçları, verecektir. İlaç, eritilebilir aspirin ya da benzeri olabileceği gibi, in-domethacin gibi başka ilaçların çocuklar için uygun dozları da olabilir. Hastanın durumuna ve gelişen komplikasyonlara göre başka tedaviler de uygulanabilir. Çocukların çok azında şekli bozulmuş eklemleri düzeltmek için sonraki yaşlarda ameliyata gerek görülebilir.
Çocuğun çok hasta olduğu durumlarda yatak istirahati şarttır. Hastalıktan etkilenmiş eklemleri şekil bozukluklarından korumak için, bu eklemleri destekleyecek bir tahta da gerekli olabilir. Eklemleri ha-raketli, kasları güçlü tutmak için duruma uygun fizik-tedavi uygulamaları da çok önemlidir. Ilık bir havuzda uygulanan su tedavisi hasta çocuk için çok rahatlatıcı olabilir. Bu tür uygulamalar donanımı iyi hastanelerde yapılmalıdır.
Ana-babaların çocuklarını, mümkün olduğu kadar normal bir yaşam sürme konusunda yüreklendirmeleri çok önemlidir. Hastanede geçirilen dönemin eğitimle dengelenmesi gerekir. Hatta, gerekliyse, çocuk özel bir okulda eğitilmelidir. Özellikle arteritin aktif olduğu durumlarda futbol gibi tehlikeli sporlardan yüzme gibi daha sakin faaliyetlere geçilmesi gerekebilir. Çocuk normal, dengeli bir birey olarak gelişebileceği çevrede büyümelidir.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)