22 Ekim 2010 Cuma

Menopoz Etkileri Menopozdan Sonra Menopoza

Menopozdan Sonra Ortaya Çıkan Bedensel Değişiklikler

Menopoz Etkileri: Karın bölgesi
Yumurtalıkların ürettiği başlıca hormon östrojendir; bu dönemde karşılaşılan sorunların çoğunu yaratan neden, östrojen kaybı nedeniyle yumurtalıkla­rın aksamaya başlamasıdır. Bu hormonun salgılanması giderek azaldıkça, bedendeki pek çok dokuda aşınma ya da incelme görülür. Bu değişiklikler en be­lirgin biçimde (göbekten baldırların başladığı yere kadar uzanan) karın bölgesindeki yumuşak dokularda görülür; en çarpıcı değişiklikler cinsel (jenital) organ­larda, doğum kanalı içi ve çevresinde, başka deyişle vajina'da yoğunlaşır. Labia majora ve labia minora (vajina ağzını örten dudaklar) şişkinliklerini bir ölçüde yitirir ve bu bölgenin dış kısmını kaplayan deri (vulva) normal östrojen düzeyinin bulunduğu zamanki du­rumuyla karşılaştırıldığında, birkaç hücrelik bir ince­liğe kadar aşınır. Vulva derisinin altında bulunan yağ tabakası yok olur ve bu bölgeyi örten kıllar sey­rekleşir.

Östrojen yetersizliği, vajina çeperlerinin incelme­sine, kurulaşmasına ve düzleşmesine neden olur; bunun sonucu olarak cinsel ilişkiyi zorlaştıran, ağrılı bir duruma getiren atrofik vajinitis durumu ortaya çıkar. Menopozdan önce vajina, normalde, bebeğin geçişi­ne izin verecek ölçüde açılabilecek esnekliktedir; ama menopozdan sonra bu esneklik kaybolur. Bu du­rum, cinsel ilişkinin yaratabileceği başka bazı güç­lükleri daha da ağırlaştırır; uzun yıllar cinsel ilişkide bulunmama nedeniyle vajina daralmışsa, bu tablo da­ha da ağır bir biçimde ortaya çıkar. Mümkün olduğu kadar sık aralıklarla, fazla rahatsızlığa yol açmadan, zorlamadan yapılacak temaslar, vajinanın eski esnek­liğine yeniden yaklaşmasına yardımcı olacaktır; bu­nunla birlikte, östrojen tedavisi ya da östrojenli krem­lerin kullanılması büyük rahatlık sağlayabilir.

Vajina çeperleri, çoğu zaman koruyucu asit sal­gılarıyla kaplıdır; ne var ki menopozdan sonra bu koruyucu asit örtüsü yok olur; vajina enfeksiyonlara karşı korumasız kalır; vajinayı kaplayan deri bütünüyle kızararak kaşıntılı bir durum alır; böyle bir durumla karşılaşıldığında doktora başvurmak gerekir. Yaşa­mın bu döneminde, doğum yolunda meydana gelen değişiklikler nedeniyle, kullanılmakta olan diyaframın boyutlarının da değiştirilmesi gerekebilir. Serviks (rahim boynu) ve rahim küçülür; rahmin içini kaplayan endometriyum da neredeyse yok olur. Karın altında (alt pelviste) bulunan kasların sertliği azalır; rahmi tu­tan bağlar ve destekler güçlerini yitirir; bu nedenle rahim, aşağıya doğru düşebilir prolapsi Doğum ya­pan kadınlar, doğumdan sonra kaslarını güçlendir­mek için jimnastik yapmışlarsa, bu durumun ortaya çıkma olasılığı azalır.

Karın bölgesinde yer alan bu doku incelmesi, id­rar torbası ve idrar yolunun iç çeperlerini de etkile­yen bir dizi belirtinin (sendrom'un) ortaya çıkmasına yol açar; bunlar arasında, idrarı tutmakta güçlük çekme, sık sık idrara çıkma isteği ve bütünüyle boşal­dıktan sonra bile idrar torbasında hâlâ idrar bulunduğu duygusu gibi rahatsızlıkları sayabiliriz.

Kadın Menopoz Etkileri: Kemikler

Yumurtalıkların artık çalışmamasının yarattığı önemli ve uzun vadeli sorunlardan biri de osteoporosis'tir: Bu, östrojen yetersizliğinin kemiklerden yılda yüzde bir oranında kalsiyum kaybına neden olması durumudur. Kemikler incelir, gevrekleşir ve daha ko­lay kırılabilir bir duruma gelir. Özellikle 50 yaşından sonra erkeklere göre kadınlarda - özellikle de kalça, bilek ve omurlarda (omurgayı oluşturan tek tek ke­miklerde) - kırıkların daha sık görülmesi bu nedenledir. Hareketsizlik ve yatağa bağlı kalma kemiklerde kalsiyum aşınmasına yol açar, bundan dolayı kadın­ların, kemiklerini sağlıklı tutabilmek için olabildiğince ileri yaşlara kadar hareketliliklerini sürdürmeleri önem taşır. Kırıklar küçük çocuklarda, önemli sakat­lıklara yol açmadan çabucak iyileşebilir; oysa yaşlan­mış bir kadında kemik kırılması büyük sorunlar ya­ratabilir. Küçük bir düşmenin ardından gelen kalça kemiği kırılması, daha da ciddi durumlara yol açabi­lir.

Erkeklerde ve kadınlarda bilek kemiğinin kırılması sıklığı, östrojen düzeylerindeki düşme nedeniyle osteoporosis'in artmasından dolayı, kadınlarda bilek ke­miği kırıkları ve başka tür kırıklara daha çok rastla­nır.

Diğer hormon değişiklikleri

Yumurtalıklarda östrojen üretimi azaldıkça, bey­nin alt kısmında bulunan tükrük bezi'nde hormon üre­timi artar. Basit bir kan testi yapılarak bu hormonla­rın, özellikle de folikül uyarıcı hormonun (FUH) dü­zeyinde yükselme olduğu saptanabilir ve böylece me­nopoz teşhis edilmiş olur. Bununla birlikte bu tür bir teste çoğunlukla gerek duyulmaz; çünkü ateş basma­ları, gece terlemeleri, vajina kuruluğu ve kaşıntıların artması gibi durumlar, bu teşhisin kolaylıkla konma­sını sağlar. Gene de, erken menopoza giren kadın­larda menopoz teşhisinin konması gerektiği durum­larda bu laboratuvar testine başvurulabilir.

Östrojen düzeyleri, menopozla birlikte sıfıra in­mez; çünkü böbreklerin üstünde bulunan böbrek üstü bezleri bu hormonları az ölçüde de olsa salgılar; ay­rıca vücudun yağ dokularında östrojene dönüştürü­lebilen başka bir hormon daha bulunur. Aslında, kuramsal açıdan bakıldığında, çok şişman kadınların menopozu hafif atlatması gerekir; çünkü yağ doku­larında daha fazla östrojen üretimi olacağından, on­ların östrojen düzeyleri daha yüksek kalır. Yumurtalıklarda ayrıca erkeklik hormonu testosteron da üre­tilir; bu hormonun üretimi, daha düşük bir düzeyde de olsa, menopozdan sonra da sürdürülür.

Menopoz Belirtileri Sebepleri Menopoza

Kadınlarda Menopozun Belirtileri, Menopoz ve Adet Kesilmesi

Menopoz Başlangıcı, Menopoz Belirtileri ve adetten kesilmeyle ilgili belirtiler genellikle birbirine bağlı dört gruba ayrılır:

1. Kan damarlarında ortaya çıkan belirtiler
2. Ruhsal belirtiler
3. Cinsel belirtiler
4. Kaslarda ve eklemlerde görülen belirtiler

Bu belirtilerin ortaya çıkışı, yalnızca azalan öst­rojen miktarına göre değil, bu azalmanın hızına bağlı olarak da değişiklik gösterir. Genelde vücudumuz, yüksek ya da çok düşük östrojen düzeylerine olumsuz tepki göstermez; oysa bu aşırı durumların ikisi de sağlıklı sayılamaz; bununla birlikte, vücudumuz, bir aşırı uçtan öbürüne doğru yer alan ani değişiklik­lere, örneğin yumurtalıkların ameliyatla alınması du­rumunda bu hormonun artık salgılanamamasına, olumsuz tepki gösterir. Ani değişiklik durumunda, menopoz belirtileri birdenbire ve ağır olarak karşımıza çıkar.

Toplumsal ve kültürel durumumuz, bu doğal yaş­lanma sürecinin belirtilerine katlanmamızı, bu önemli yaş döneminin getirdiği duygusal çalkantıları hafif ya da ağır olarak atlatmamızı etkileyecektir. Menopoz dönemini atlatmakta güçlük çekecek bir kadın tipi, örneğin, olaylı, belki kürtajlı geçen bir yaşamdan son­ra, gebe kalmayı beklerken, birdenbire âdetten kesil­diğini farkeden kadındır. Böyle bir kadın için meno­pozu, 'doğurganlıktan artık kurtulmanın getireceği rahatlatıcı bir dönem olarak kabul etmenin ne denli güç olacağı ortadadır.

Uzmanlar, adetten kesilme sendromu'nu oluştu­ran bedensel belirtilerin neler olduğu konusunda tam bir görüş birliğine varmış değillerdir; ne var ki klinik deneylerde tekrar tekrar kesinliği kanıtlanan belirti­ler ateş basması, gece terlemeleri, vajina kuruluğu ve ağrılı cinsel birleşmedir. Östrojen azalmasının ge­tirdiği diğer belirtileri, yaşlanmadan ve orta yaşlı kadınların evle ilgili olarak yaşadıkları ruhsal ve toplum­sal sorunlardan ayırmak çok daha güçtür. 'Yuvanın boşalması' sendromu çok belirgin bir biçimde göz­lenebilir.

Bu sendromda, örneğin 50 yaşlarında bir kadın, çocuklarının artık birer birer yuvadan uçup ayrıldıklarını, kendisine gereksinme duymadıklarını görür: 20 yaşındaki beklentilerine artık hiç ulaşamayacağını gören kocada, işinde başarılı olabilmek için belki son çabalarını harcamaktadır. Gene aynı koca, genç ka­dınlara fazlaca ilgi duymaya başlamış olabilir; çün­kü onun da yıpranmakta olan benlik duygusunu genç kadınların ilgisini çekerek yeniden güçlendirmeye ge­reksinmesi vardır. Bu arada, karısı evde yapayalnız kalmıştır; bazen vaktini geçirmek için cicili bicili der­gileri okumaktan başka yapacak bir şey bulamaz; genç kız ve kadın resimleriyle dolu bu dergiler de ona, toplumdaki genelde geçer ölçülere göre, saçları ağaran, göğüsleri küçülen ve beli kalınlaşan bir kadının, yumurtalıkları gibi, artık işe yaramaz biri olduğunu hatırlatmaktan başka bir işe yaramaz. Pek çok kadının, bu dönemde, kendi kendilerine başa çıkamadık­ları bu sorunlara, bir ad bulabilmek için tıptan medet ummalarına şaşmamak gerekir.

2003'de bir çok Avrupa ülkesinde 45 ila 55yaşla­rında 2000 kadın arasında bir anket yapılmıştır. Bu ankete göre en sık olarak rastlanan belirtiler şunlar­dır:


Ateş basması % 55
Baş dönmesi % 46
Yorgunluk % 43
Sinirlilik % 41
Terleme % 39
Baş ağrıları % 33
Uykusuzluk % 32
Depresyon % 30
Gerginlik % 29
Eklem ve kas ağrıları % 25
Çarpıntı % 24
Karıncalanma % 22

Araştırmacıların bulgularına göre, hastaları en çok endişelendiren belirtiler depresyon, cinsel sorunlar, bellek aksaması'dır ve bu, çok ilginç bir tablo yarat­maktadır; çünkü hastaların ancak yüzde 30'unda dep­resyona rastlanmış, cinsellikle ve bellekle ilgili so­runlar genel belirtilerin arasına bile girmemiştir. Da­ha sonra kanıtlandığı gibi, bu hastalarda yokmuş gi­bi görünen bazı belirtiler örneğin yorgunluk, baş ağ­rıları, gerginlik ve depresyon - aslında âdetin kesil­mesinden önceki iki yıl içinde çok daha ağır biçim­de ortaya çıkmış, oysa ateş basması, terleme ve vajina kuruluğu âdetten kesilmeden hemen sonra be­lirginleşmiştir. Bu demektir ki, menopoza yaklaşan ama, âdet kanamaları sürmekte olan kadınlar, daha büyük bir sarsıntı içindedirler; çünkü onları rahatsız eden bu belirtiler, bu dönemde henüz yavaş yavaş düşmekte olan östrojen düzeyine bağlı olarak yorumlanmamaktadır. Östrojen düzeylerinin düşmesi, âde­tin kesilmesinden önce başlamakta ve fark edildiğinde kolaylıkla tedavi edilebilmektedir.

Orta yaşın kadınlar için çok zor bir dönem oldu­ğu gözden uzak tutulmamalıdır; menopozun anlaşıl­masında ve tedavisinde en önemli ön koşul, yaşlan­manın, evle ilgili sorunların, meslek yaşamında kar­şılaşılan duyumsuzlukların getirdiği streslerle östro­jen azalmasının yarattığı gerçek belirtiler arasındaki ayrımın belirlenebilmesidir; östrojen azalması, aza­lan hormonun yerine konmasından oluşan hormon tedavisiyle kolayca giderilebilir. Oysa kişilik sorun­ları ve yaşlanmanın getirdiği sorunların östrojenle te­daviye çalışılması ister istemez başarısızlıkla sonuçlanacak bir çabadır.

Kan damarlarında ortaya çıkan belirtiler

Kan damarlarında ortaya çıkan tipik belirtiler, ateş basması ve gece terlemeleridir; bunların nedeni, henüz tam olarak bilinememektedir. Ateş basması, her­keste ayrı biçimde görülür, bazı kadınlar, yalnızca el­lerinde bir yanma hissederler; bazıları bütün vücut­larını saran bir sıcaklık duyarlar; bazılarının yüzleri kıpkırmızı kesilir ve kırmızılık bazen göğüslerine ka­dar yayılır; bazı kadınlardaysa sıcaklık basması ayaklardan başlar, bütün vücuda yayılarak tepelerine ka­dar ulaşır. Bazı kadınların avuç içleri ve boyunları ter­den nemlenir; bazıları geceleri çarşafları ve gecelik­lerini ıslatacak ölçüde terlerler. Sonuçta uykusuzluk baş gösterir; önce her şey aşırı sıcak gelir (yorganlar atılır, pencereler açılır); sonra üşüme hissedilir (ek battaniyeler örtülür, pencereler kapanır); gece böyle rahatsız bir biçimde geçirilince, sabahleyin bitkinlik duygusuyla uyanılır.

Ruhsal belirtiler

Menopoz, çoğu zaman pek çok ve çeşitli ruhsal belirtiyle birlikte kendini gösterir. Kadınlar, enerjile­rini ve isteklerini yitirdiklerini fark ederler; dikkatleri­ni bir şey üzerinde toplayamazlar; bir işte çalışmak­ta olan kadınlar da işlerini iyi yapamadıklarını görür­ler. Daha yalın bir örnekle anlatacak olursak, örne­ğin bir yığın bulaşıkla karşılaştığında kadın, bunun altından kalkacak gücü kendinde bulamaz; oysa aynı iş onun için daha önceleri hiçbir sorun yaratma­mış, bir çırpıda hallediliverecek bir iş olmuştur hep. İş yerinde herkesin ortasında ateş basmasından, ter­lemekten utanırlar; ne denli gerçek dışı olursa olsun, işlerini başaramadıkları duygusuna kapılarak üzülür­ler. Menopoz geçiren kadınlar kendilerini çok gergin ve saldırganlık dolu hissederler; aile içindeki üyele­rin onlara karşı gerçek duyguları ne olursa olsun, me­nopoz geçiren kadın, çok küçük nedenlerle sabırlı ko­casına ve çocuklarına karşı nefret duygularıyla dav­ranabilir. Bundan başka, menopoz geçirmekte olma­sa da, bu ruhsal belirtilerin çoğu, orta yaşa girmekte olan kadınlarda, bu yaşın birlikte getirdiği kendini ye­niden değerlendirme, kendinden kuşkulanma gibi tu­tumlardan da kaynaklanıyor olabilir.

Özellikle menopoz geçirmekte olan kadınlarda 'si­nirsel bitkinlik' durumundan yakınmalara çok rastla­nır; kadınlar, çoğu zaman aniden endişeye kapıldık­larını anlatırlar - bunlar, işe giderken birdenbire yol­da kalakalmaya yol açan panikleme nöbetlerine ya­kalanmak ya da süpermarkette alışveriş yaparken kahve fiyatının arttığını fark ettiklerinde artık herşeyin bittiği duygusuna kapılmak gibi durumlardır! Bazı kadınlarda kendini dinleme, kendi bedenlerine aşırı bir yoğunlaşma görülür; bunlar, geçirmekte oldukla­rı bedensel değişikliği kimsenin anlayamadığını sa­vunurlar. Östrojen düzeylerinde ya da kan şekerlerin­de meydana gelen her küçük değişikliği hissettikle­rini savunan bu tür kadınlar, doktorlar için her zaman yaklaşılması güç hastalardır; genelde bunların bir ji­nekologdan çok bir psikiyatra ihtiyaçları vardır.

Ruhsal durumda da oynamalar görülebilir; kadın­lar, görünürde hiçbir neden yokken birdenbire ağlamaya başlayabilir ya da kendilerini tam bir ruhsal çöküntü içinde hissedebilirler. Sonra, bunlarla birlikte gelen letarji (ilgi ve enerji yokluğu), uykusuzluk, ye­meğe ilgi duymama yüzünden kilo kaybetme ya da 'rahatlatıcı yeme' diyebileceğimiz aşırı yemek yeme yüzünden şişmanlama gibi durumlar görülür. Bir me­nopoz kliniğine başvuran hastaların neredeyse yarı­sı depresyondan, üçte biri uykusuzluktan, geriye ka­lan üçte biri de letarjiden şikâyetçidir. Neredeyse ke­sin olarak söyleyebiliriz ki uykusuzluk, yorgunluk ve depresyon, hiç değilse kısmen, uyumaya engel olan gece terlemelerinin sonucunda ortaya çıkar. Birkaç aylık bir süre boyunca geceleri bebeklerine meme vermek üzere gece uykusu bölünen genç kadınlar bile yorgun ve sinirli olduklarını hemen fark ederler; bu ne­denle, daha ileri yaştaki kadınların uykusuz ya da ra­hatsız geçen gecelerden dolayı büyük bir rahatsızlık duymaları şaşırtıcı değildir. Bununla birlikte unutul­mamalıdır ki menopoz kliniğine başvuran kadınlar, za­ten menopoz belirtilerinden şikâyetçi olarak gelen ka­dınlardır; bunların dışında kalan pek çok kadın ya hiç rahatsızlık duymaz ya da bu belirtilerden çok az ra­hatsız olur.

Âdetten kesilmenin yol açtığı ruhsal belirtilerin aydınlatılmasıysa çok daha güçtür; bunlar menopoz­dan, östrojen yokluğundan ya da bunlarla hiç ilişki­si olmayan başka olaylardan kaynaklanabilir. Daha önce ailesinin sorumluluklarını büyük bir güçle yük­lenip götüren, bu arada yetişkinlik yaşamı boyunca dışarıdaki tam zamanlı işini aksatmadan yürüten den­geli bir kadının, üst üste gelen bu rahatsızlıklarla bir­likte yaşamasının ne denli güç ve yıkıcı olduğunu an­lamak zor olmasa gerektir. Bunları, bilincinde olarak geçiren kadın (ciddi bir akıl hastalığı geçirmekte olan ve gerçekle ilişkisini bütünüyle yitirmiş olan birisinin tersine) anormal davrandığının bilincindedir ama, bu davranışlarını değiştirmek için elinden hiçbir şey gelmez ya da yapabileceği çok az şey vardır.

Öte yandan genç kızlığından beri ruh çöküntüle­ri, evhamlar içinde, yıllardır sinir ilaçlarına bağımlı olarak yaşamakta olan bir kadın da kendinde hiçbir değişiklik hissetmeyebilir. Aslında tedavisi en zor olan hastalar bu tip kadınlardır; çünkü bunlar klini­ğe ya da doktora başvurduklarında östrojen tedavisinin her türlü sorunlarını çözmesini beklerler. Böy­le bir kadın, son,dala tutunmakta olduğunu kendisi de kabul eder; ne var ki 20 yaşından beri gitmekte ol­duğu psikiyatrların, hekimlerin, doktorların, kemik hastalıkları uzmanlarının, masajcıların, akupunkturcuların hepsinin yanılmış olduğunu söyler; kendisi­nin ta başından beri hormon tedavisine ihtiyacı ol­duğunda direnir. Ayrıca bu tip hasta, hormon tedavi­si istemekle birlikte tabletlere ve doğal olmayan baş­ka ilaçlara 'hayır' der ve kabuklu pirinçle, Çin çubuk­larından başka her şeye karşı alerjisi olduğunu söy­ler. Bu tür hastaların hepsi, hiç şaşmaz bir biçimde kendilerine yanlış bir teşhis koyarak gelir, onları anlamayan doktorları suçlar ve onlardan nefret ederler. Burada gene, menopoz tedavisinin kişilik sorunları­nı çözemeyeceğini, bir kez daha vurgulamak gerekir; bu tedavi yalnızca östrojen eksikliğinin giderilmesi­ni sağlar.

Okurlarımız, yukarıda yazılanları sert ve acımasız­ca söylenmiş sözler olarak görebilirler; ne var ki bu, menopoz kliniklerinde çalışan doktorların her hafta pek çok kez karşılaştıkları bir tablodur. Doktor olarak bizim halka anlatmak istediğimiz önemli bir nok­ta varsa o da, östrojen tedavisinin, normal bir hasta­ya uygulandığında, bir kadını çekeceği sıkıntılardan kurtararak, onun sağlıklı yaşamasına yardımcı olabi­lecek bir tedavi olduğudur; östrojen tedavisi, kişilik sorunlarından kurtulamamış ama yumurtalıkları nor­mal çalışan bir kadını tam ruh sağlığına kavuşturmak ya da ona sonsuz gençlik vaat etmek amacıyla ve kandırmacasıyla kullanılmamalıdır. O zaman bu tedavi amacından saptırılmış ve bir tedavi yöntemi olarak gözden düşürülmüş olur

Menopoz ve Cinsel Sorunlar Osteoporoz

Menopoz (Osteoporoz) ve Cinsel Sorunlar

Menopozda ortaya çıkan iki tür cinsel sorun var­dır: Ağrılı cinsel temas ve cinselliğe duyulan ilginin azalması.

Disparöni adıyla da bilinen ağrılı cinsel temas, kâ­ğıt gibi olan, çeperleri incelen, büzülen vajinanın normal sertlikteki penisi içine alacak şekilde esneyememesinden kaynaklanır. Bu, daha da ağır sorunlara yol açabilir, çünkü cinsel eşlerin hepsi yumuşak ve sa­bırlı davranarak kadının tam olarak heyecanlanmasını bekleyecek anlayışı gösteremezler; bu sabır göste­rildiğinde kadın bütünüyle heyecanlanacak, penisin girmesinden önce vajinası kendi salgısıyla iyice ıs­lanarak kayganlaşacaktır. Son yıllar içinde kadınlar, eskiye göre cinsel uygulamalar ve teknikler konusun­da çeşitli yayınları okuyarak kendi cinsel potansiyel­leri konusunda bilgilenmişler; bunun sonucu olarak da kendi cinsel hakları üzerinde direnmeyi öğrenmiş­lerdir. Kadınlar sık ve doyumlu cinsel birleşmenin hakları olduğuna inanmaktadırlar; menopoz dönemin­de cinsel temas, isteğin azalması ve rahatsızlığın art­ması nedeniyle çoğu zaman umut kırıklığıyla sona erebilir; bu da kabul edilmesi oldukça güç bir durum­dur. Öte yandan 40 yaşını geçen kadınlar, bu yaşta cinsel etkinliğin sürdürülmesini (çok yanlış olarak) bir suçmuş gibi görebilirler; bu türden bir endişe de cinsel bakımdan heyecanlanmayı ve doğal nemlen­meyi engelleyici bir neden oluşturabilir.

Cinsel temasa duyulan ilginin libido'nun— kay­bolmasını menopozla açıklamak daha da güçtür. Bu daha çok, gönül, kafa ve hormonlar arasındaki bağın­tının iyi anlaşamamasından kaynaklanan bir sorun gi­bi görünmektedir. Normal cinsel istek gibi cinselli­ğe duyulan ilginin yitirilmesi de, değişik insanlarda değişik nedenlerden kaynaklanıyor olabilir. Libido­nun kaybolması yalnızca menopoz geçirmekte olan orta yaşlı kadınlara özgü bir durum değildir; cinsel istekliliği etkileyen pek çok neden vardır. Genç olsun, yaşlı olsun depresyon geçirmekte olan erkek ve kadınlar, cinselliğe karşı ilgilerini yitirirler; depresyon, menopozun bir parçası olduğuna göre libidonun yi­tirilmesinde bu depresyonun da payı olsa gerektir. Benzer biçimde, romatizmal artirit ya da şeker has­talığı gibi müzmin hastalıklar ya da aşırı alkol alın­ması, hatta düzenli alınan bazı ilaçlar da cinsel istekte azalmaya yol açabilir.

Daha yalın bir deyişle, vajina kuruluğu nedeniyle cinsel temas sırasında ağrı duyan kadınlar, cinsel birleşmeye karşı ilgi duymaz olacaklardır. Çünkü çeki­len ağrı, alınan zevke değmez. Tedavi edilmesi en ko­lay olan sorun budur, çünkü az dozda verilen östro­jen ya da östrojenli kremlerin kullanılması durumu hemen düzeltecektir.

Ruhsal kökenli sorunların tedavisi daha zordur. İki insanın cinsel ilişkiye girmesinde pek çok etken söz konusudur; böyle bir ilişkinin sürdürülmesi ve ilişkiden zevk alınması söz konusu olduğunda, dev­reye giren etkenler daha da büyük bir önem kazanır.

Bedensel çekiciliğini yitirmeye başladığını farkeden, önemsiz bir şey karşısında her an ağlamaya başlayıvereceğinden korkan, örneğin kocası genç sek­reterinin 'kendisini gerçekten anladığı'nı söylediğin­de bundan kendi aleyhine bir anlam çıkaran kadının öz güveni gerçekten azalmış durumdadır. Hayatın ge­tirdiği sorunlarla başa çıkmakta güçlük çeken, ken­dine olan güvenini yitirmiş, gece en az altı kez uyan­masına neden olan terlemelerden yakınan bir kadı­nın, çok sabırlı, çok anlayışlı bir kocayla bile seviş­meye hevesli olmaması için zaten yeterince neden var demektir.

Ne var ki bu, cinsel doyuma hiçbir zaman ulaşı­lamayacak anlamına gelmez; pek çok kadın, cinsel temasa karşı duydukları isteğin ve temas sıklığının, yalnızca kocalarının yeterince ilgi göstermemeleri ne­deniyle azaldığını savunmuşlardır. Cinsellik konusu­nun ünlü araştırmacıları Masters ve Johnson, 60 ya­şındaki kadınların cinsel tepkilerini ayrıntılarıyla in­celemişler, bu kadınların tepkilerinin eskisi kadar iyi olduğunu, yalnızca orgazm noktasına biraz daha uzun bir sürede eriştiklerini bulmuşlardır. Bu araştırmanın bir aksak yanı, araştırmaya konu edilen kadınların tü­rüdür; bu yaştaki kadınlar genellikle film makineleri­nin önünde yapılacak deneylere katılma eğiliminde değildirler; öyle anlaşılıyor ki, deneye alman kadın­lar libidosu çok yüksek ya da hiç değilse engelleme­leri çok az olan kadınlardı.

Kanda östrojen düzeylerinin düşmesiyle vajina kuruluğu ve ağrılı cinsel temas arasında doğrudan bağıntı bulunduğu kanıtlanamamıştır; ne var ki kadın­larda libidonun, garip bir rastlantıyla erkeklik hormo­nu testosteronla belirlenmesine karşın, düşük testos­teron düzeyiyle libido kaybı arasında bir ilişki de ku­rulamamıştır. Bununla birlikte, hastaların vücutları­na, içinde hem östrojen hem de testosteron bulunan tüpler gömülerek yapılan hormon tedavileri çok ba­şarılı olmuştur. Böylece libido yeniden canlandırılabilmektedir; bu yöntem, ileride açıklanacaktır. Ama burada bir kez daha vurgulamak gerekir ki, tüp gö­merek yapılacak tedavi, bir kadının hayatını, başka etkenlerin ve evdeki durumun oldukça normal oldu­ğu durumlarda rahatlatabilecektir. Eşler artık birbir­lerini sevmiyorlarsa, evde çeşitli sorunlar, hastalık­lar, kişisel ihmal gibi tutumlar söz konusuysa, bu te­davinin bütün bu engelleri ortadan kaldırmasını beklemek boşunadır.

Menopoz Tedavisi Menapoz Ostrojen

Menopoz Tedavisi, Menopozda Tedavi

Menopoz konusunda edinilen üç ayrı tutum bu­gün de sürmektedir. Bir aşırı uçta menopoz doğal bir olay olarak gö­rülür; belirtiler kendiliğinden kaybolacaktır ve teda­viye gerek yoktur. Menopoz doğal karşılanır; bu sa­vın temelinde, doğal olan her şeyin iyi olduğu inancı yatar. Bu konuda iyi niyetli aldırmazlık çok yaygın­dır ama bu, ailede çok sabırlı bir kadınla çok anlayışlı bir kocanın bulunmasını gerektirir.

Menapoz Tedavisi Daha olumsuz bir görüşe göre, menopozun sorun yaratabileceği, tedavi gerektirebileceği kabul edilir. Bu görüşü benimseyen doktorlar, hastalarına çoğu zaman sakinleştirici, depresyon giderici ilaçlar verirler; bize göre bu, menopoz için yapılabilecek en yan­lış tedavidir. Hastalar zaten yorgun ve letarjik bir durumdadırlar; böylesine güçlü ilaçların verilmesi has­taya hiçbir şekilde haklı gösterilemeyecek ek bir zor­luk getirir. Buna karşın, örneğin İngiltere'deki kadın­ların yüzde 30'u, hiçbir gerçek yarar sağlamadıkları tıpça pek çok kez kanıtlanmış olmasına karşın bu tür ilaçları kullanmaktadırlar.


Daha ilerici bir tutuma göre, menopoz belirtileri­nin denetim altına alınmasında östrojen kullanımı hem yararlı hem de güvenli bir yoldur. Bu tutumu be­nimseyen doktorlar, menopoz belirtilerini hafifletmek için, mümkün olan en küçük dozlarda östrojen ver­mekten çekinmezler; ne var ki uzun vadeli tedaviye, uterusun aşırı uyarılmasını önleyici ve yapay olarak üretilmiş projestojen'in de dahil edilmesi gerekir; böylelikle gelecekte ortaya çıkabilecek ciddi sorun­lar önceden engellenmiş olur.

Ostrojen Tedavisinin Sakıncalı Yanları, Kadınlarda Ostrojen

Östrojen tedavisi ne zaman yapılmalıdır?

Östrojen tedavisine başvurmayı engelleyen birkaç önemli neden vardır. Meme kanseri ya da rahim kan­serinin belli türlerini geçirmiş olan hastalarda östro­jen, yeniden ortaya çıkacak kanserin ilerlemesini hız­landırabilir; bu nedenle verilmesi sakıncalıdır. Nadir olmakla birlikte, bazı karaciğer hastalıklarında da öst­rojen nedeniyle ağırlaşma görülebilir.

Yakın zamanlarda tromboz (bacaklarda ve akciğerlerde kan pıhtılaşması) geçiren hastalarda östrojen tedavisinden kaçınmak gerekir. Bu sorun, çoğu za­man kalçasında ağrı duyan bir kadının kan pıhtılaşmasından kuşkulandığını söylemesiyle ortaya çıkar; bu kadın, yakınlarda tromboz geçiren bir hasta olarak kabul edilir. Aslında kan pıhtıları ancak hastane­de yapılacak çok karmaşık testlerle anlaşılabilir; geç­mişte yapılan bu tür bir teşhisin çoğu zaman yanlış olduğu anlaşılabilir. Menopoz kliniklerinden birinde doktorlar, laboratuvarda yapılan kan pıhtılaşması testlerinin çoğunu en ince ayrıntılarına dek incelemişlerdir; iki yıl süresince, klinikte tedavi görmekte olan kadınlar, kan pıhtılaşması tehlikesinin bulunup bulunmadığını saptamak amacıyla kan testlerine ta­bi tutularak taramadan geçirilmişlerdir. Laboratuvar testlerinin sonucuna göre doktorlar, kan pıhtılaşma­sında hiçbir artmaya rastlamadıkları gibi hastalarda trombozun artması gibi bir durumla da karşılaşma­mışlardır.
Diğer sakıncalar
İngiltere'de ve Birleşik Amerika'da doktorlar re­çete yazarken, artık eskisinden daha dikkatli davran­maktadırlar; bunun bir nedeni, yanlış tedaviden do­layı zarar gören hastaların yasal yollara gittikçe da­ha çok başvurmaya başlamalarıdır. Bu nedenle has­taların, kendi alışkanlıklarının da tedavinin sonucu­nu etkileyebileceği, ortaya çıkacak olumsuz sonuca tedaviden çok, kendi tutumlarının yol açabileceği ko­nusunda uyarılmaları yerinde olur.

Sigara içme alışkanlığı

Sigara içme alışkanlığının sağlığa çok zararlı ol­duğu apaçık ortadadır. Bu alışkanlığın kalp krizi, kan pıhtılaşması, felçler ve akciğer kanseriyle yakından bağıntısı vardır; aslında sigara içenlerin üçte biri, bu alışkanlığa bağlı bir hastalıktan ölür. Bu nedenle, bir sigara tiryakisinin, hormon tedavisi yapmakta pek de istekli olmayan hekimini, bu tedaviyi uygulamaya zor­laması, bir yıl sonra ortaya çıkabilecek damar tıkan­masından doktorunu sorumlu tutması pek doğru bir tutum olmaz. Hastanın 30 yılı aşkın bir süredir içmek­te olduğu sigaranın, bu duruma yol açmış olması, çok daha büyük bir ihtimaldir.


Gözleri gören, kulakları duyan herkes, sigara iç­me alışkanlığının ne denli tehlikeli olduğunu vurgu­layıp duran ilanları görmüş olmalıdır. Sigarayla östrojenin bir araya gelmesi, diyelim ki, sigarayla doma­tes çorbasının biraraya gelmesinden daha tehlikeli değildir aslında; tıpkı sigara içmekle araba kullanma­nın bir arada büyük bir tehlike yaratmaması gibi. Bu örnekler, söz konusu olabilecek sakıncaları tam ola­rak anlatabilmek amacıyla verilmiştir. Sigara içen ka­dınların östrojen almaları durumunda tehlike biraz­cık daha artar, ama tek başına östrojen bu tür bir has­talık tehlikesini artırıcı bir etken değildir. Bizler, bir yandan menopoz belirtilerinin giderilmesi için östro­jen tedavisini önerirken, bir yandan da verebileceği­miz en iyi öğüdün sigarayı bırakmak olduğunu söyleyebiliriz.

Aşırı kilo alma

Aşırı kiloların kan basıncının yükselmesiyle (hi­pertansiyonla) çok yakından bağıntısı vardır; bu da trombozave kalp hastalıklarına yol açar. Ayrıca, yat­kın olanlarda şeker hastalığı tehlikesini de artırabi­lir. Bundan başka menopozun getirdiği sorunların ço­ğu, insanı kilo almayı kolaylaştıracak bir yaşama biçimine iter; bunun nedeni hareketsizliğin artması, faz­la yeme ya da her akşam alınan içki miktarının biraz­cık daha artırılması olabilir.

Menopozdan sonra, kilo alma eğiliminin artmasın­da hormonlara bağlı nedenler de sözkonusudur. Yapılan deneyler, yumurtalıkları çıkarılan hayvanların da kilo aldığını göstermiştir; ama bu küçük artış, az doz­da verilen östrojenle yeniden kaybedilmiştir. Benzer biçimde, kadınlarda da yitirilen östrojenin doğru mik­tarlarda yerine kormasil kilo kaybı yaratabilir; bununla birlikte kadınların çoğu, hormonların kendilerine ki­lo aldıracağından korkarlar; eğer verilen doz uygun­sa, bu korku yersizdir. Aşırı şişmanlıktan elbette ka­çınmaya çalışmak gerekir; ama gariptir ki şişman ka­dınlar menopozu daha hafif atlatırlar, çünkü yağ do­kularında salgılanan başka bazı hormonlarda da öst­rojen üretimi vardır.


İnsanın formunu Koruması, düşük kalorili bir ye­mek rejimini akıllıca izleyerek kilo almaktan kaçın­ması, özellikle menopoz döneminde sağlıklı yaşama­nın önemli bir parçasıdır. Kilolarınız artıyorsa bunun nedeni çok açıktır: Gerektiğinden fazla yemek yiyorsunuz demektir

Diğer etkenler

Tedavi edilmeyen yüksek kan basıncı (yüksek tan­siyon) da hormon tedavisinin uygulanmamasını gerektiren bir göstergedir; ama tansiyon düşürücü ilaç­lar kullanılarak kan basıncının denetim altına alınma­sından sonra, menopoz belirtileri gerçekten ağırsa, östrojen verilebilir. Şeker hastalığının da östrojen te­davisini engelleyici bir neden olduğuna inanılır; oy­sa, bu inancın yanlış olduğu kanıtlanmıştır. Bazı va­kalarda, şekerin denetim altına alınması bir süre güçlük yaratabileceğinden şeker hastalığını tedavi etmek için verilen ilaçlarda ayarlama yapılması gerekebilir; ama östrojen tedavisi için hiçbir ciddi engel söz konusu değildir. Bu konuda asıl güçlük, şekerli kadın­ların, kalp krizi ve belki kan pıhtılaşması gibi komplikasyonlara açık olmalarıdır; bu nedenle östrojenin dikkatli kullanılması gerekir. Bununla birlikte, düşük doğal östrojen dozlarının kan şekeri düzeyleri üzerin­deki etkisini araştırmak amacıyla yapılan geniş laboratuvar araştırmaları, tehlike yaratacak hiçbir değişik­liğin yer almadığını göstermiştir.

Menopoz Klinikleri

Menopoz Klinikleri

Hollanda'da ruhbilimciler, ruh hekimleri, beslen­me uzmanları, doktorlar ve jinekologların konsültasyon yaparak çalıştıkları menopoz klinikleri kurulmuş­tur; böylece, yalnızca hormon eksikliğinin değil, bir bütün olarak kadının ele alınması ve tedavisi amaç­lanmaktadır. Oysa İngiltere ve başka bazı ülkelerde menopoz klinikleri çoğu zaman belli sorunlar üzerin­de dururlar: Kadının gerçekten östrojene ihtiyacı olup olmadığına karar verir ya da hormon tedavisinin ya­rarlarını artırmak, sakıncalarını azaltmak amacıyla en uygun östrojen ve projestojen bileşimini bulmaya ça­lışırlar.

Menopoz kliniğine ya da doktorunuza ilk gittiği­nizde, o zamana dek geçirdiğiniz hastalıklarla ilgili her şeyin anlatılması, genel muayenenin yapılması, bu arada kilonun ve kan basıncının ölçülmesi gere­kir; ayrıca göğüslerinizin ve karın bölgesindeki organ­larınızın da normal durumda olduğu kesin olarak belirlenmelidir. Bu, organların içten muayene edilmesi anlamına gelir; bu muayeneye, serviks kanserini baş­langıç aşamasında teşhis edebilmek için gerekli olan ve çoğu zaman 'Pap testi' de denen rahim boynun­dan alınan parçanın laboratuvar testinden geçirilmesi de dahildir.

Menopozun Tedavisi Menapoz Tedavi

Menopoz Tedavisi Çeşitleri, Menopozun Tedavisi

Tedavinin ana maddelerini östrojenler oluşturur ve bunlar üç değişik yolla verilebilir:

1. Tablet olarak ağızdan,
2. Tüple vücuda hormon gömerek,
3. İğneyle.

Üçüncü yöntemin haftada en az bir kez uygulan­ması gerekir; bu nedenle bu yol pratik değildir.

Bu yöntemler, rahmin alınmış olup olmamasına göre, değişik biçimlerde uygulanır: rahmi alınmamış olan bir kadında, östrojenin yanısıra projestojen de verilerek aylık kanamalar yaratılır; ama rahmi olma­yan (ameliyatla alınmış olan) kadınlarda yalnızca öst­rojen verilir ve kanama yaratılmaz. Bu ayrımın yapıl­ması, östrojenin kaçınılmaz bir yan etki olarak rah­min çeperlerini aşırı uyarmasıdır; eğer bu aşırı uya­rılma durumu kesintiye uğratılmazsa, rahmin iç çeperleri, öylesine kalınlaşır ki düzensiz, ağır kanama­lar ortaya çıkar. Bir kadın 30 yıl boyunca âdet görme­miş olsa ve 80 yaşında östrojen almaya başlasa, yu­karıda anlatılan durum gene de ortaya çıkacaktır. Bu nedenle, en son aylık kanamadan beri ne kadar uzun bir zaman geçmiş olursa olsun, tedavi öyle ayarlan­malıdır ki, aşırı uyarılan rahim çeperi düzensiz, ağır kanamalarla atılacağına daha az ve düzenli kanama­larla dışarıya atılabilsin.

İstenerek yaratılan bu aylık kanama, yedi ilâ on gün aralıklarla projestojen tabletleri alınarak sağla­nır. Projestojen yapay olarak üretilmiş projesterondur (vücudun doğal olarak, kendisinin ürettiği hormonlardan biridir); aynı hormon doğum kontrol hap­larında da bulunur; projestojen, östrojenin rahim çe­perini aşırı uyarmasını engellemekle birlikte, onun sağlayabileceği olumlu etkilerin hiç birini ortadan kal­dırmaz. Bu yolla yaratılan aylık kanamalar, doğal ay­lık kanamalar değildir; en son âdetinizin üzerinden bir yıl bir süre geçmişse, yumurtalığınız kesinlikle yu­murta yapmayacak ve siz de gebe kalmayacaksınız demektir. Hormon tedavisi gören kadınlarda, aylık ka­namalarla birlikte doğurganlığın geri gelmeyeceği ko­nusunda çoğu zaman güvence vermek gerekir.

Bununla birlikte, özellikle genç kadınlarda, östrojen tedavisi kesinlikle bir doğum kontrol aracı ola­rak anlaşılmamalıdır. Gebelikten korunmaya en son âdetin üzerinden 12 ay geçinceye kadar devam edilmelidir.

Östrojen almanın en yaygın yolu, bir aylık süre­nin ilk üç haftası boyunca her gün bir tablet yutmak, son yedi ilâ on gün boyunca da östrojen tabletleri­nin yanısıra bir projestojen tableti almaktır. Tabletlerin alınmadığı hafta içinde, hormonun kesilmesi ne­deniyle az miktarda bir kanama görülecektir. Pek sık rastlanmamakla birlikte bazen, östrojenin bu yöntem­le alındığı durumlarda, tedavinin kesildiği hafta için­de âdetten kesilme belirtileri yeniden ortaya çıkabilir; bu istenmiyorsa, o hafta boyunca her gün östro­jen alınabilir. O zaman projestojenin her ay alınması unutulmamalıdır; çünkü sürekli olarak östrojen almak, kesinlikle rahim çeperinin aşırı uyarılmasına yol açacaktır.


Cinsel sorunlar, depresyon ya da yorgunluğun ağır bastığı durumlarda, vücuda tüp içinde hormon gömme yöntemi salık verilir. Bu tüplerde bulunan öst­rojen, ateş basmalarının ve vajina kuruluğunun giderilmesinde tabletler kadar etkilidir; ama kadının ener­jisini artıracak, ona genel sağlığını yeniden kazandı­racak ve cinsel isteğini artıracak olan hormon, bu tüp­lerin içinde bulunan testosterondur. Bu yaştaki pek çok kadının şikâyetlerine neden olan depresyonu gi­dermenin, onlara sağlıklı olma duygusunu yeniden kazandırmanın ve içine düştükleri letarjiden onları kurtarmanın tek yolu, bazen bu tedavi yöntemidir.

Bu küçük tüpler, trokar denen madeni bir araç yar­dımıyla karın derisinin altına yerleştirilir. Tüp orada, karın duvarının yağ dokusu içinde gömülü olarak ka­lır. Bu işlem, deri altına yapılan bir iğne yardımıyla lokal anestezi uygulanarak gerçekleştirilir; acı vermez ve iki dakika gibi kısa bir süre içinde tamamlanır. Tüp, altı ay boyunca sürekli olarak hormon salgılar; östrojen tabletleri alınırken yapıldığı gibi, rahim çeperi­nin aşırı uyarılmasından dolayı doğabilecek düzen­siz kanamaları engellemek amacıyla, projestojen de almak gerekir. Gömülen tübün içindeki doz, kişisel gereksinmelere göre ayarlanarak biraz değiştirilebi­lir; örneğin kadınların hepsi için testosteron gerekli olmayabilir; bazılarının östrojen gereksinmesi de öbürlerine göre daha az olabilir.

Histerektomi geçiren kadınlara, doktorlar, östrojeni arada bir hafta kesmeden ve projestojen olma­dan verirler. Bununla birlikte projestojenin göğüsle­ri kanserden koruduğuna inanan doktorlarda vardır; bu doktorlar genellikle östrojenle birlikte projestojenin de verilmesinden yanadırlar.

Menopoz Tedavisinin Yan Etkileri

Östrojen tedavisinin yan etkileri çok azdır; bu et­kiler, ortaya çıktıkları zaman bile çok kısa sürelidir. Bazen ilk teşhis yanlış olabilir; yakınmalara neden olan sorunlar aslında menopoza bağlı değildir; bu ne­denle verilen östrojen hiçbir işe yaramamakla kalmaz, zaten dengesiz olan bir kişiliği daha da sarsar.
Tedavinin ilk haftası içinde göğüslerin, adet ön­cesinde olduğu gibi biraz şiştiği hissedilebilir. Ağız­dan östrojen almakta olan kadınlar, pek nadir olarak bazen mide bulantısı hissedebilirler, ama bu da ge­çicidir; östrojenin tüp gömülerek verilmesi ve sindi­rim organlarından geçmemesi durumunda bu sorun da kendiliğinden ortadan kalkmış olacaktır.

Doktorlar, normal olarak vücutları biraz kıllı olan kadınlara, içinde testoteron bulunan hormon tüpü gömmekten çekinirler; çünkü bazı kadınların yüzlerindeki ince tüylerde bu hormon nedeniyle biraz art­ma ve büyüme görülebilir. Ama kadınlar kesinlikle bu tedaviden dolayı sakallı ve bıyıklı bir duruma gelmez­ler! Biraz fazlaca kıllı olan kadınların vücut kılları, yaş­landıkça zaten kalınlaşır; menopoz için önerilen doz­larda verilecek östrojenin kıllar üzerinde çoğu zaman ya hiçbir etkisi olmaz ya da pek az bir etki söz konusudur.

Menopoz Rahim Kanseri Menapoz

Menopoz ve Rahim Kanseri, Rahim Hastalıkları

İki tür rahim kanseri vardır: Rahim boynu (serviks) kanseri ve rahim çeperi (endometriyum) kanseri. Son beş yıl içinde, östrojen alan hastalarda, öncelikle de menopoz belirtilerinin ortadan kaldırılması için öst­rojen tedavisine tabi tutulan hastalarda, ikinci tür kansere yakalanma tehlikesinin arttığı yolunda güç­lü savlar ileri sürülmüştür. Bu araştırma Birleşik Ame­rika'da yapılmıştır; kitle iletişim araçlarında enine bo­yuna açıklanıp tartışıldıktan sonra, hormon tedavisi gören kadınlar arasında büyük bir korkuya yol açmış ve hormon tedavilerini bir süre yavaşlatmıştır.

Şimdi artık kesinlikle bilinmektedir ki bu tehlike, projestojen verilmeden yalnızca östrojen alan, yük­sek dozlarda östrojen uygulanan ve tedavinin sürdü­ğü yıllar boyunca iyi denetlenmeyen hastalarda söz-konusu olmuştur. Ayrıca, rahim çeperinin aşırı uya­rılmasına, yanlış olarak kanser teşhisi konduğu, oy­sa doğru teşhisin aşırı büyüme (hiperplazi), endometriyumdaki hücre sayısında anormal bir artış olması gerektiği görüşü ağırlık kazanmıştır. Bu görüş, öst­rojen alan hastalarda ortaya çıkan 'kanserler'in yüz­de 80'inin hafif derecede kanser olduğunun görülme­siyle de desteklenmiştir; bu vakaların daha sonra iz­lenmesiyle görülmüştür ki kansere yakalanan hasta­ların yüzde yüzü, en az beş yıl yaşamışlardır! Bu has­taların aslında kanser olmadıkları, çok daha hafif bir rahatsızlık olan hiperplaziden yakındıkları çok açık bir biçimde kanıtlanmıştır.

Bununla birlikte hiperplazi de kaçınılması gere­ken bir durumdur; bu nedenle doktorlar artık uzun va­deli tedavide östrojenle birlikte verilen projestojenden oluşan bileşik hormon tedavisini gerekli görmektedirler. Hastalara yalnızca altı aylık bir tedavi uygu­lanacaksa, belirtileri ortadan kaldırmak için gereken en az dozda östrojen verilmesi doğru olur; östrojen, dört haftalık bir süre içinde üç hafta boyunca sürdürülür. Öte yandan, daha uzun süreli bir tedavi gere­kiyorsa, aşırı büyümeyi önleyen projestojenin de ay­da yedi ilâ on gün boyunca verilmesi şarttır. Böyle­ce hormonun kesilmesiyle kanama sağlanmış ve endometriyumun zarar görmesi sakıncası ortadan kal­dırılmış olur.

Östrojen tedavisinin kanser tehlikesi yarattığı yo­lundaki ilk raporlardan sonra geçen beş yıl içinde doktorlar artık, gerçek olsun, olmasın, bu sakıncanın bileşik hormon tedavisiyle ortadan kaldırılabileceğin­den emindirler. Elbette bunun için, uzun vadeli tedavi gören hastaların aylık kanamaları kabul etmeye ha­zır olmaları gerekir. İstenmese de buna, tedavinin bîr parçası olarak katlanmak gerekecektir.

Menopoz Tedavisi Oneriler Hakkinda Bilgiler

Menopoz Tedavisi İçin Öneriler, Menopoz Hakkında

Bugün artık her türlü sorunun çözümü için kendi kendine yardım grupları kurmak moda olmuştur; gene de anlaşıldığına göre kadınlar, temelde gençliğe böylesine önem veren bir toplum içinde, orta yaşlı­lıktan kaynaklanan bir sorunun çözülebilmesinde kendilerinin yardıma ihtiyaçları olduğunu söylemekten çekiniyorlar. Bununla birlikte, bazı etkenler dik­kate alındığında menopozun yarattığı endişelerin ço­ğundan kaçınmak mümkündür.

Ateş basmaları: Baharatlı ve diğer acılı yiyecek­lerden, bu arada alkolden kaçının. Yeni insanlarla tanışacağınız bir odaya girmeden önce, derin derin nefes alın ve rahatlayın. Yapay kumaşlar teri emmez; bu nedenle sizi terletecek, yapış yapış olacak nay­londan yapılmış iç çamaşırları değil, pamuk gibi do­ğal liflerden yapılmış iç çamaşırları giyin; bu da sizi rahatlatacaktır. Sıkı korseler de mide kaslarını tembelleştirecektir; korse giyerek elde edeceğiniz sonuç, şişmanlığınızı örtmek için katlandığınız zahmete değ­meyecektir. İyi bir yiyecek rejiminin ve jimnastiğin sağlayacağı yararlar ne denli vurgulansa azdır.

Cinsel Sorunlar: Yararı oluyorsa KY jölesi (kre­mi) kullanın; eczacınıza bu kremi neden aldığınızı söylemek zorunda değilsiniz. Bu konuyla ilgili birkaç ki­tap alıp okuyun; hiç değilse o zaman ne gibi zorluk­larla karşılaşabileceğiniz konusunda bilginiz olacak­tır.

Kendine güven: Kitle iletişim araçları, sürekli olarak gençliği ve güzelliği vurgulamaktadır; hepimiz bu ideallerin etkisi altında kalıyoruz. Bu konular üze­rinde iyice düşünüp yanlış yönlerini görebiliyorsanız ne mutlu size! Göremiyorsanız yakınmayı bırakın ve bu konuda elinizden ne geliyorsa yapın. Bir sağlık çiftliğine gitmek ya da her gün biftek yemek çok pa­halı yöntemler olabilir; ama her gün yediklerinizin ya­rısını yerseniz, hem paradan tasarruf etmiş olursu­nuz, hem de zayıflarsınız! Her hafta yarım kilo kay­betmek demek, yılda 12 kilo kaybetmek demektir. Bu hiç de küçümsenecek bir kilo kaybı değildir; ayrıca kilo kaybı, daha sıkı bir tıbbi denetim altında tutul­ması gereken çok şişman kadınlarda daha çabuk farkedilir. Fazla yemek sizin için çok büyük bir zevk, vaz­geçilmez bir doyum kaynağıysa, o zaman da kendi­nizi rahat bırakın ve durumu kabullenin; ama rejim yapmanın olanaksızlığından söz açmayın - kimse size zorla yemek yedirmiyor! Rahatlatıcı jimnastik ya da yoga derslerine gidin; vücudunuzdan ve görüşünüzden memnun oluncaya kadar uğraşın. Kendinize olan güveniniz kesinlikle artacak.

Menopoz Sik Karsilasilan Sorunlar

Menopoz Sık Karşılaşılan Sorunlar

Soru: Doğum kontrolünü son âdetten ne kadar sü­re sonra bırakabilirim?Cevap: 12 ay sonra.

Soru: Doktorum bana hormon tedavisi uygulama­ya başladı; üçüncü haftada almam gereken küçük, be­yaz projestojen tabletlerinden nefret ediyorum. Vücudum şişiyor, kilo alıyorum, başım ağrıyor; kanama sancılı oluyor; göğüslerim şişiyor ve ağrıyor; depres­yona giriyorum; zamanlı zamansız ağlamak istiyo­rum. Bu tabletleri ille de almam gerekiyor mu?

Cevap: Hastaların küçük bir kısmında bu projes­tojen tabletleri yakınmalara yol açıyor; ama bunlar, rahim çeperinin aşırı biçimde uyarılmasını engelle­mek için gereklidir. Belki doktorunuz size aynı ilacı başka bir biçimde verebilir.

Soru: Annem 39 yaşında menopoz geçirdi. Ben de aynı yaşta mı geçireceğim?

Cevap: Belki; ama bu sizde de herşey annenizde olduğu gibi olacak demek değildir.

Soru: Hormon tedavisi görürsem, kilo almaktan korkuyorum. Kaç kilo alırım acaba?


Cevap: Aldığınız ve yakamadığınız her 3000 kalo­ri için yarım kilo alırsınız. Östrojen tabletlerinde ka­lori yoktur.

Soru: Ostrojen, cildimdeki kuruluğu giderir mi?

Cevap: Uzun süre alındığında ostrojen tabletleri deri yağlılığını artırarak kuruluğu giderebilir. Ama kırışıklıklara engel olamaz.

Soru: Menopozdan sonra insan erkekleşir mi?

Cevap: Hayır. Menopozdan önce de, sonra da ka­dınca bir görünüm içinde olmak mümkündür. Ancak, 'kıllı' ailelerden gelen kadınların yüz kıllarında ergen­likten sonraki herhangi bir dönemde hafif bir artma görülebilir; ayrıca kadınlar hiçbir zaman kel olmaz­lar. Göğüsler, yaşlılığın normal sonucu olarak küçü­lür - göğüsleri eski diriliğinde tutabilecek ölçüde çok hormon almak mümkün değildir. 30 yaşında kalın sesli olan bir kadın 60 yaşında da kalın sesli olacak­tır. Bir kadını erkeğe dönüştürmek ya da bunun tersi mümkün değildir- ameliyatlardan alınan sonuçlar bile pek başarılı sayılamaz.

Soru: 64 yaşındayım. Herhalde artık bende kana­ma yaratılamaz.

Cevap: Evet, yaratılabilir; tabii eğer altı ay süre­since hormon tedavisi görmeye hazırsanız. Kanama­sız hormon tedavisi için henüz bir formül bulunabil­miş değildir.

Soru: 60 yaşındayım. Aylık kanamalarım yeniden başlarsa, gebe kalabilir miyim?

Cevap: Hayır. Bu kanamalar, yumurta oluşumu ne­deniyle olmadığından, gebelik söz konusu değildir. Aslında bu kanamalar ilacın, başka bir deyişle hormonun kesilmesiyle yaratılan kanamalardır; normal âdet kanamaları değildir.

Menopoz Hakkinda Tip Terimleri

Menopoz Hakkındaki Tıp Terimleri

Böbrek üstü bezleri: Böbreklerin üstünde bulunan ve adrenalin hormonunu salgılayan küçük bezler.

Dölyatağı kuruluğu: Vajina çeperinin incelmesi.
Rahim boynu testi (Smear Test): Buna Pap testi de denir. Kanser olup olmadığını anlamak için yapı­lan basit bir işlemdir. Rahim boynundaki hücrelerden küçük bir örnek alınarak test yapılır. İlk iki örnekle yapılacak ilk testten sonra her kadının bu işlemi en az beş yılda bir yaptırması gereklidir.
Rahim boynu: Serviks.
Âdetten kesilme: Yumurtalıkların etkinliğinin ak­samaya başlamasıdır ve genellikle menopozdan ön­ce başlar
Âdetten kesilme sendromu: Âdetten kesilme sı­rasında görülen belirtilerin tümü.
Kyphosis (Dowager kamburu): Belkemiğinin bel­li bir biçimde çarpılması.
Mongolizm (Down sendromu): Annenin hatalı kro­mozomundan kaynaklanarak bebekte ortaya çıkan bedensel ve zihinsel anormallikler; bu daha çok geç yaşta doğum yapan kadınlarda görülür.
Disparöni: Cinsel ilişki sırasında acı duyma.
Endometriyum: Menopozdan önce her ay dışarı­ya atılarak aylık kanamayı oluşturan rahim içizarı. Bu zar kalınlaşarak döllenmiş yumurtanın rahim içine gö­mülmesini kolaylaştırır ve gebelik sırasında yumur­taya yataklık ederek onun büyümesini sağlar.
Fibroidler: Bunlara lifli tümör de denir: Rahimde ortaya çıkan ve kanserli olmayan lif ve kas dokusu çıkıntıları.
Folikül uyarıcı hormon (FUH): Böbrek üstü bez­leri tarafından salgılanan ve yumurtalıkları etkileyen hormon.
Jenital organlar: Dış cinsel organlar.

Salgı bezi: Vücudun sağlıklı çalışabilmesi için, ge­rekli kimyasal maddeleri (hormonları) salgılayan ba­zı organlar (karaciğer, pankreas ve böbrekler) ve başka bazı küçük bezeler.
Jinekoloji: Özellikle kadınlarla ilgili hastalıklarla uğraşan tıp dalı. Jinekolog, bu alanda uzmanlaşmış bir doktordur.
Hormon: Bir bez tarafından salgılanan kimyasal madde; bu maddeler, kanla 'amaçlanan' organlara ta­şınarak onları uyarıp harekete geçirir.
Hiperplazi: Bedensel dokuyu oluşturan hücrele­rin sayısında anormal bir artış; aşırı uyarılma duru­munda bazen endometriyumda da görülebilir.
Hipertansiyon: Yüksek kan basıncı.
Histerektomi: Rahmin ameliyatla alınması. Yumurtalıkların da alınması durumunda bu ameliyata histerooferektomi denir.
İnsomnia: Uykusuzluk çekme, uyuyamama.
Kyphosis: Omurganın (belkemiğinin) doğal olma­yan bir biçimde öne doğru çarpılması; bunun bir tü­rüne 'Dovvager kamburu' denir.
Labia majora: Vajinanın dış ağzını örten büyük, dış dudaklar.
Labia minora: Vajinanın dış ağzını örten ince, iç dudaklar.
Letarji: İlginin ve enerjinin azalması (uyuşukluk).
Libido: Buna cinsel dürtü de denir; cinsel is­teklilik.
Yaşamın getirdiği stresler: Yaşamı boyunca her­kesi ruhsal açıdan derinden etkileyen olaylar; ergen­liğe geçiş, çocuk doğurma, menopoz vb. gibi.
Menopoz: En son âdetin görüldüğü dönem; baş­ka deyişle yumurtalıkların artık yumurta yapmama­ya başlaması.
Mongolizm: Down sendromuna verilen başka bir ad. ',
Östrojen: Büyük ölçüde yumurtalıklar tarafından salgılanan, memelerin büyümesi gibi kadınsal özel­liklerin ortaya çıkmasını sağlayan ve âdet kanama­larına sebep olan hormon.
Osteoporisis: Yaşlanma ve başka etkenler nede­niyle Vernik dokusu yoğunluğunun azalması; bu du­rur . yaşlılarda, özellikle de menopozdan hemen sjnra başlayarak kadınlarda görülür.
Ova/Ovum: Yumurtalar/yumurta.
Yumurtalık: Kadınlarda, kadın yumurta hücrele­rinin içinde bulunduğu, östrojen ve projesteron hor­monlarını salgılayan bez; normal olarak herbiri rahmin bir yanına gelecek biçimde duran iki yumurtalık
vardır.

Pap testi: Rahim boynundan parça alınarak ya­pılan testin başka bir adı.
Karın tabanı: Karnın altında bulunan ve üstteki or­ganları taşıyan kaslar.
Leğen kemiği: Gövdenin alt tarafında bulunan ve bacakları bel kemiğine bağlayan kemikler; bu kemik­ler kadınlarda idrar torbasını, rektumu ve üreme or­ganlarını içine alır.
Tükrükbezi: Beynin alt kısmına yerleşmiş, çeşit­li hormonlar üreten küçük bir bez; bu hormonlar ara­sında yumurtalıkları uyararak östrojen ve projesteron üretimini sağlayan hormon da bulunur.
Polipler: Sap gibi uzantılar üzerinde oluşan doku birikintileri; bunlar örneğin rahmin iç çeperine yapış­mış durumda olabilir.
Projesteron: Yumurtalıklarda üretilen ve gebeli­ğin sürdürülmesi açısından önem taşıyan hormon. Projestojen: Yapay olarak üretilmiş projesteron.
Prolapsi: Bir organ ya da yapının, vücut içindeki normal yerini değiştirmesi (rahim gibi).
Ergenlik: Üreme organlarının çalışmaya başladı­ğı dönem; kızlarda bu, aylık kanamaların (âdetin) baş­lamasıyla belirlenir.
Cinsel organları örten kıllar. Labia majora (büyük dudaklar) ve leğen kemiğinin (pubis) ön kısmını oluş­turan kemiklerin üstündeki deriyi kaplayan kıllar.
Ameliyat nedeniyle başlayan menopoz; Ameliyat­la rahmin, bazen yumurtalıkların da alınmasıyla âde­tin sona ermesi.

Sendrom: Belirtiler toplamı.
Testosteron: Erkeklik hormonu.
Tromboz: Kan pıhtısı.

Romatizma Eklem Kas Romatizmasi

Romatizma Nedir, Romatizmal Hastalıklar Hakkında Bilgiler

Basit olarak bir eklemdeki iltihabı anlatmak için kullanılan "arterit" sözcüğü, eski Yunancada eklem anlamına gelen arthron ve iltihap anlamına gelen itiş sözcüklerinin birleşmesinden oluşur. Arteritin en be­lirgin özelliklerinden biri, etkiye maruz kalmış ekle­mi astarlayan albüminli zarın ya da synovium'un iltihaplanmasıdır. Buradan da anlaşılabileceği gibi, has­talığı tam olarak ifade etmese de, arterit yerine "al­büminli zar iltihabı" da ikinci bir adlandırma olarak kullanılabilir. Öte yandan "romatizma", kaslardaki ve eklemlerdeki çeşitli acı ve ağrıları anlatmak için ge­nellikle kullanılan karmaşık bir terimdir ve farklı ki­şiler için farklı anlamlar taşır. Bazıları için romatiz­ma bir arterit türüyken, bazıları için tanımı çok daha zor bir şeydir. Doktorlar bile kesin bir tanım üzerin­de anlaşabilmiş değillerdir! Kaslar, tendonlar ve vü­cut bağları gibi yumuşak dokulardaki ağrı ve tutul­ma (katılaşma) anlamına gelen "yumuşak doku romatizması" ifadesi, romatolojistlere (romatizmal hastalıklarla uğraşan uzmanlar) daha kabul edilebi­lir bir tanımlama gibi görünmeye başlamıştır.

Eklemlerin yapısı, Eklem Romatizması

Arteritleri kavramak ve önlemlerini anlamak, ek­lemlerin temel yapılarını bilmeniz durumunda daha kolay olacaktır. Bir eklem, her şeyden önce iki kemiğin karşı karşıya geldiği yerdir. Çok çeşitli türleri var­sa da, eklemler iki temel kategoriye ayrılabilirler: Bi­rinci kategoriye giren eklemler fazla hareketli değil­dir ve oyukları yoktur; ikinci kategoriye girenler ise rahatça hareket ederler ve her eklemin bir oyuğu vardır.

Birinci tür eklem synarthrosis diye bilinir ve lifli doku ile mafsal kıkırdağından ya da bunların ikisinin bileşiminden oluşur. Bu tür eklemlerin örnekleri ka­fada ve belkemiğinde bulunabilir. İkinci tür eklem ar­teritlerden çok sık etkilendiği için, burada bu eklem türünün yapısını anlamak ve nasıl çalıştığını çok fazla ayrıntıya girmeden de olsa incelemek önemlidir. Bu eklem türü —albüminli eklem yada diarthrosis— vü­cutta en yaygın olan eklemdir ve omuzda, dirsekte, bilekte, parmakta, kalçada, dizde ayak bileğinde ve ayak parmağında bulunabilir. Bazıları ikiden fazla ke­mikten oluşsa da, temel yapıları değişmez. Kemik­lerin uç kısımları kıkırdak ya da mafsal kıkırdağıyla kaplanmıştır. "Mafsal kıkırdağı" çok sayıdaki sürtün­menin etkilerini bertaraf eden düz, parlak bir yüzeye sahiptir. Bu kıkırdak bir ölçüde esnek ve içinde sinir olmadığı için, "duyarsız"dır. Eklemlerin sürekli ha­reket halinde olmalarının yol açabileceği etkilenme­ler bu yüzden acı duymadan atlatılır. Biri dışbükey (dışa kıvrık), öbürü içbükey (içe kıvrık) olan bu iki yü­zeyin karşılıklı teması, eklemin çalışmasında temel bir işlev görür. Bu uygun biçimli "karşılaşma"daki herhangi bir bozulma mafsal kıkırdağının tahribata uğramasına yol açar ve vücudun böyle bir durumu gi­dermek için yapabileceği çok şey yoktur.


Eklemi uygun bir çalışma düzeni içinde tutmaya yarayan ve eklem duvarlarına tutunmuş çok sağlam yapılı lifli kapsüller, temas halindeki kemikleri sıkı­ca birbirine bağlar. Vücut bağları, tendonlar ve kas­lar da hareketlerine yol göstererek ya da bu hareket­leri sınırlayarak eklemlere ek destek sağlar. Kapsü­lün hastalığa karşı güçlü bir direnme yeteneği vardır ama, hastalığı bir kez kaptıktan sonra zor iyileşir. Kapsülün iç kısmını astarlayan ince, parlak bir tabaka var­dır ki, mafsal kıkırdağı dışında, eklemin içindeki bü­tün yüzeyleri kaplar. "Albüminli zar" denilen bu ta­baka, az miktarda temiz, saman renginde ve yapış­kan bir sıvı üretir. Bu albüminli sıvı'nın çok önemli iki işlevinden biri, harekete geçtiklerinde eklem yü­zeylerini "yağlamak", öbürü ise, özellikle mafsal kı­kırdağı olmak üzere eklemin iç kısmını beslemektir. Kapsülün tersine, albüminli zar bol miktarda ka­na ve kendi kendini iyileştirme yeteneğine sahiptir. Mafsal kıkırdağında ise ne kan damarı ne de sinir var­dır. Sinirler, albüminli zarda ve kapsülde bulunur. Gö­revleri, öncelikle acıyı duyurmak, sonra da sabit ek­lemlerde duruş pozisyonunu, hareketli olanlarda da hareketlilik derecesini saptayarak beyne ek bilgi ilet­mektir. Beyninizin, eklemlerinizin ne yaptığının far­kında olduğunu, gözleriniz kapalıyken bile sınayabi­lirsiniz.

Romatizmal Arterit Artrit Hastaligi İltihap

Romatizmal Arterit, Romatizma Hastalığı

Romatizmal arterit, tipik bir biçimde kollar ve ba­caklar gibi vücudun iki yanındaki eklemleri birlikte etkiler ve zaman zaman gelip giden belirtilerle orta­ya çıkar.

Dünyanın değişik yerlerinde yapılan araştırmala­ra göre, romatizmal arterit, arteritlerin en yaygın türlerinden biridir ve yaklaşık olarak insanların yüzde 2-3'ünde görülür. Ancak bu hastalığa ilkel topluluklarda pek rastlanmaz. Bilinmeyen nedenlerle, kadın­ların bu tür arterite yakalanma olasılıkları erkeklerden üç kat fazladır. Hastalık, bebeklerden yaşlılara kadar her yaşta gelişebilirse de, en yaygın olarak 25-55 yaşları arasında olanlarda görülür.

İltihap ve Arterit, İltihaplı Romatizma
Arteritin karakteristik göstergesi, eklem dokula­rının bazı türden yaralanma ve zedelenmelere karşı bir reaksiyonu olan "iltihap"tır. Bu tür reaksiyonun yol açtığı sonuçlar eski zamanlarda bile biliniyordu. Milattan sonra birinci yüzyılda yaşayan Romalı fizik­çi Celsus, iltihabın belli başlı dört işaretini şöyle sıralıyordu: Yanma, acı, kızarıklık ve şişme (Latince ad­larıyla, calor, dolor, rubar ve tumor). Bunlara beşinci bir işaret olarak zaman zaman işlev kaybı (funcito laesa) da eklen ir. Bu tanım, genel olarak iltihabın ne ol­duğunu ifade etmek için yapılmış olsa da, bugün ek­lem iltihapları için hâlâ geçerliliğini korumakta ve ar­terite maruz kalmış hastaların yakından tanıdığı be­lirtileri oldukça doğru bir biçimde yansıtmaktadır. Bu belirtilere, vücut ısısında hafif bir yükselme, baş ağ­rısı, iştah kaybı ve genel bir halsizlik hissi de ekle­nebilir.

Bu belirtilere karşı vücudun gösterdiği değişik­liklerin oldukça karmaşık olduğunu bugün artık bili­yoruz. En basitinden, vücudun, etkiye maruz kalmış ekleme daha fazla kan göndermesi sonucunda albü­minli zarda bulunan kan damarları genişler. Daha son­ra, kan damarı çeperleri, kanı oluşturan maddelerden ikisi olan protein ve kan sıvısını çevredeki dokuların içine sızdırır. Başka bir karakteristik değişme, akyuvarların (lökositlerin) bu kan damarlarının dışına çık­masıdır. Kan damarlarının böylece şişmesi ve iltihaplı dokulardaki sıvı toplanması, ilk kez Celsus tarafın­dan gözlenen kızarıklık, yanma ve şişmenin nedeni­ni açıklar. Acı hissi, eklem içindeki sinir ucunun uyarılmasından gelir; ancak, bunun nasıl oluştuğu tam olarak bilinmemektedir. İltihabı ilk başlatan şeyin ne olduğunu bulmak için arterit konusunda çok sayıda araştırma yapılmıştır. Bu araştırmalar, vücutta doğal olarak bulunan birçok kimyasal maddenin iltihaba yol açtığını ortaya çıkarmıştır.

Eklemdeki yaralanma ya da zedelenme geçiciyse, ya da şiddetli değilse, akut iltihap (ya da albüminli zar iltihabı) geriler ve vücudun onarma faaliyeti başlar. Kan damarları normal ölçülerine döner, normal kan dolaşımı kurulur, akyuvarlar ölür ya da yeniden kan damarlarının içine girer, dokudaki sıvı, dolaşım içine çekilir ve yaralı hücrelerin yerine yenileri yer­leştirilir. Öte yandan, iltihaba yol açan nedenler var­lığını sürdürüyorsa, arterit de sürer ya da bir başka deyişle müzminleşir. Yukarıda tanımlanan belirtiler ve işaretler arteritin bu türünde daha az şiddetliyseler de, gene de rahatsız edicidirler. İyileşme kısmidir ve "zaman zaman" alevlenen iltihapla yan yana görülür. Bu müzmin iltihabın ana özelliği, eklemi as­tarlayan zarın, küçüklü büyüklü değişik tipte hücre­ler tarafından süzülmesidir. Vücut, dışardan giren maddeleri ihraç etmede başarısızlığa uğrar ve göre­vini biraz şaşırır. Bu arada bazı hücreler iltihap üret­meye başlar.

Son zamanlarda yapılan araştırmalar, bu hücre­lerden bazılarının eklemlerdeki zedelenmelerle ilgi­si konusuna ışık tutmuşlardır. Vücut, normal olarak "kendinden olan"la "yabancı olan"ı ayırt edebilir. Bu­na, vücudun "bağışıklık sistemi" denir. Bazı durum­larda bu sistem bozulur ve vücudun savunma hücreleri vücuda karşı antikor (hastalık-yapıcı "yabancı öğeleri yok etmek için vücut tarafından geliştirilen maddeler) üretmeye başlar. Bunlar bazen doku zede­lenmesine yol açacak kadar çoğalırlar. Kötü bir kısır döngü başlamıştır artık: İltihabın yol açtığı eklem ze­delenmesi vücudun antikor üretmesine neden olur, bu antikorlar daha fazla iltihap üretir ve daha çok za­rara yol açar.

Eklemlerdeki değişiklikler

Eklemlerdeki değişiklikler, kalınlaşarak katlanan albüminli zarın iltihaplanmasından ibarettir. Zar için­de sayıları sürekli artan hücreler, değişik türlerdeki alyuvarlar ve zarın her zamankinden daha fazla kan­la dolması bu iltihaplanmaya yol açan başlıca öğe­lerdir. Bunlar, dokunun "öfkelenmesine" yol açar; mafsal kıkırdağına sıçrar ve eklem sıvısındaki enzim­lerle (hücreler tarafından üretilen kimyasal maddelerle) birlikte kıkırdağı kemirerek aşağıdaki kemiğe doğru yönelir. Bu değişiklikler, eklemi deforme edip yerinden oynatarak zedelenmesine yol açar. Bol mik­tarda protein ve çok sayıda hücre ihtiva eden gere­ğinden fazla sıvı, eklem içine yerleşir. Seyrek olarak, çok şiddetli durumlarda kıkırdak kötü biçimde tah­rip olabilir ve kemik ucu yaralı dokuyla birleşebilir.

Romatizma Nedenleri Belirtileri Neden Olur

Romatizma Nedenleri, Romatizma Belirtileri, Neden Olur

Bu hastalığın nedeni tıp için hâlâ bir gizdir. Ge­ne de araştırmacılar tarafından pek çok kuram öne sürülmüştür. Bunların içinde akla en yakın olanı, romatizmal arteritin, virüs adı verilen minicik mikropların yol açtığı bir tür enfeksiyon olabileceğini öne süren kuramdır. Bu virüsler, henüz bilinmiyor olsa­lar da, eklemlere girmenin bir yolunu bulabilmekte ve iltihaplanmayı başlatabilmektedirler. Bu tür bir enfeksiyon, örneğin soğuk algınlığı ya da gribin yol aç­tığı türden bir enfeksiyon değildir. Arterit virüsü muh­temelen bilinmeyen türden bir virüstür ve harekete geçmeden önce vücutta uzun bir süre gizlenebildiği için, keşfetmek daha da zorlaşmaktadır. Gerçi hasta kişilerin eklemlerinde belli türden virüsler bulunmuş­tur ama, bu konuda bugüne değin kesin bir sonuca ulaşılamamıştır.

Konuyla yakından bağlantılı başka bir kuram, "otomatik-bağışıklık" diye adlandırılan kuramdır. Laboratuvarlarda hayvanlar üzerinde yapılan son deney­ler, belli bazı virüslerin, vücudu, kendi kendisine karşı antikorlar (otomatik-antikorlar) üretmek üzere hare­kete geçirebileceğini göstermiştir. Başka bir deyiş­le, vücudun savunma ya da bağışıklık sistemi anormalleşir ve vücut, kendinden olanla yabancı olanı ayırt edemez. Normal olarak virüslere saldırmaları ge­reken antikorlar vücudun kendisine —bu durumda eklem dokularına— saldırarak iltihaba ve arterite neden olurlar.

Eklem Romatizması, Eklemlerde ortaya çıkan belirtiler

Romatizmal arterit, birçok durumda, ısrarlı bir ağrı ve bir ya da daha fazla sayıda eklemde oluşan tutulmayla (katılaşmayla) başlar. Bu başlangıç aşaması birkaç hafta sürer ve hastalık ağır ağır gelişir. Bazen yalnızca bir eklemde, örneğin yalnızca dizde görülür­se de, genellikle ilk olarak eller ve ayaklar etkilenir. Bu tutulma, tipik bir biçimde sabah uyanıldığında da­ha kötüdür ve gün boyunca vücudu terk eder. Eklem iltihaplanmasının karakteristik özellikleri, eklem yer­lerinin şişmesi, hassaslaşması ve hareket halinde or­taya çıkan ağrılardır.

Bazen belirtiler hızla çoğalır ve hasta, özellikle sa­bahları ortaya çıkan tutulmalarda hareket edemez olur. Arterit, her durumda dirsekler, omuzlar, kalça­lar, dizler ve bilekler gibi öbür eklemlere de sıçrayabilir. Çene ve belkemiğindeki, özellikle boyundaki ek­lemler bile etkilenebilir. Böyle durumlarda ağzı açıp kapamak ya da başı hareket ettirmek çok rahatsız edi­ci olur. Seyrek olarak, boğuk bir ses, hançere (ses ku­tusu) eklemlerinde arterit olduğuna işaret edebilir. Hastalığın bazı aşamalarında tendon tabakaları sık sık iltihaplanır ve bu da özellikle ellerde ve ayak­larda olmak üzere ağrıyı ve şişkinliği daha da artırır. Parmaklarda görülen başka bir belirti, iltihaplı tendonun parmağı hareket ettirdiğinde duyulan garip ses­ler olabilir (bu parmağa sık sık "iltihabın ilk başladı­ğı parmak" olarak başvurulur). Bu arada, özellikle ekleme yakın yerlerde içleri sıvıyla dolu yumuşak şiş­kinlikler (kistler) de olabilir. Bunların en yaygınları diz arkalarında olanlardır. İltihap bazen bir bursan'ı da etkileyebilir. Bursan; eklemi astarlayan albüminli zara benzeyen bir zarla astarlanmış küçük bir oyuktur ve esas işlevi sürtünmeyi azaltmaktır. Bursanlar arasın­da en çok bilineni, benzer türde bir sıvıyla dolup şi­şen, dirsek üzerinde görülen bursandır.

Vücuttaki değişiklikler

İltihaplı tendonlar bazen, özellikle iltihaplı ekle­me sürtündükleri yerlerde bütünüyle yıpranırlar ve zaman zaman da tümüyle parçalanırlar. Örneğin, böyle bir etkiye maruz kalmış parmak düzeltilemez ve hangi yöne dönmüşse, o yönde eğik olarak öylece kalır.

Fakat, aynı şekilde endişe verici olan ve daha sık görülen başka değişiklikler de olur. El parmakları ti­pik bir biçimde dışa döner; parmaklar, "kuğu-boynu" denilen bir şekil bozukluğuna uğrar ve S-şeklini alır. Şiddetli durumlarda, şişkin parmaklar daha da çirkin ve biçimsiz bir şekle girer. Şaşırtıcıdır ama, bu durumda eşyaları tutmak ve günlük işlerinizi yapmak için elinizi kullanmaya devam edebilirsiniz.

Ayakta da benzer değişiklikler görülür; baş par­mak dışa doğru bükülür (bunyonlar) ve diğer parmak­lar alta doğru kıvrılarak "çekiç"e benzer bir biçim alır. Bu eğiklikler eklemlerden birini etkileyebilir. Böyle bir durumda kolu ya da bacağı düz tutmak ya çok zor, ya da olanaksız olur. Dizler, dışa doğru eğilmelere kar­şı da (yamuk-bacak), içe doğru eğilmelere karşı da (çarpık bacak) hassastır ve hasta, sallantılı, çarpık bir yürüyüş edinir. Çok ileri vakalarda eklemler hareket­sizdir, hiç çalışmazlar.

Vücudun tümünde ortaya çıkan belirtiler

Romatizmal arterit yalnızca bir eklem hastalığı değildir, hastalıktan bütün vücut etkilenir. Hasta, yorgunluk ve zayıflık hissi duyar, ateşlenir ve genellikle de sararır. Sık sık İştahı kesilir ve bunun sonucunda kilo kaybeder. Ağrılı eklemin bitişiğindeki kasların kü­çülmesi, zayıflamayı daha da ileri götürür. Bütün vakaların hemen hemen yüzde yirmi beşinde, deri al­tındaki düğümlerin ya da şişkinliklerin, dirseklerde olduğu gibi dışa doğru basınç yaptığı görülür. Bu düğümler, tendonlar da ve daha seyrek olarak kalp ve akciğerler gibi iç organlarda da görülür.

Aslında, doğrudan doğruya eklemlere bağlı olma­yan çok sayıda arterit belirtisi vardır. Hasta, sinirler üzerindeki baskıdan ya da sinirlerin uyarılmasından kaynaklanan el ve ayak parmakları "karıncalanmasından şikâyetçi olabilir. Bu karıncalanma bazen, doğrudan doğruya sinirlerin kendilerinin iltihaplan­dığı daha ciddi bir iltihabın, ya da boyundaki arteri­tin omuriliğe baskı yaptığının bir işareti olabilir. Kan damarlarının iltihaplanması parmak uçlarında acı ve­ren beneklere ya da bacaklarda müzmin çıbanlara ne­den olabilir. Seyrek olarak el ve ayak parmaklarında kangren olur, hatta bazen "İnme" bile görülebilir. Akciğerin doğrudan doğruya iltihaplanması, insanı fi­ziksel yorgunluklardan sonra nefes darlığı içinde bı­rakırken, akciğerleri kaplayan zarın iltihaplanması zatülcenpe (göğüs zarı iltihabına) ve bölgedeki sıvının artmasına yol açar. Son olarak, kalbi kaplayan kese­nin iltihaplanması da göğüs ağrılarına neden olabilir.

Gözyaşı yetersizliğinden ötürü, çok kuru olduk­larında gözler bile kurtulamaz. Aynı durum, salivanın (ağızda, esas olarak yemek yerken üretilen sulu usa­re) azalması yüzünden ağzın kurumasıyla birlikte de ortaya çıkar. Daha ciddi bir iltihap türü göz küresi­nin çeşitli yerlerinin iltihaplanmasıdır, çünkü göz küresi doğrudan doğruya görmeyle ilgili bir organdır. Boyun, koltukaltları ve kasıklardaki guddeler büyü­yebilir ve ele gelecek biçimde küçük topakçıklara dö­nüşebilir. Aynı şekilde karaciğer ve dalak da büyü­yerek, özel bir anemi türüne yol açar ve kanla ilgili problemler doğurabilir.
Arteritin seyri
Neyse ki, bütün bu belirtiler ve oluşumlar çok sık görülmez ve romatizmal arteritli çoğu inşan, daha kötü belirtilerle hiç karşılaşmadan hayatını sürdürür. Hastalık, bir ya da iki eklemin arteritten hafifçe etki­lenmesinden, ileri derecede sakatlanmalara ve şekil bozukluklarına kadar pek çok değişik biçimde seyredebilir. Karakteristik biçimde belirtilerin çoğaldığı ve (belirtilerin şiddetlenmesi) azaldığı (düzelme) dö­nemler vardır. Bazı durumlarda bu düzelme kesin bir iyileşmeyle son bulur. Tekerlekli sandalyeye mahkum olan hastaların sayısı fazla değildir ve tüm arteritlilerin yalnızca yüzde 10'una ulaşır. Çoğu insan eklem iltihabı belirtileri taşır, ama önemli olan sosyal ve eko­nomik olarak kendi kendine yeterli bir durumda ka­labilmektir.

Romatizma Doktor Teshisi

Romatizmada Doktor teşhisi, Romatizma Teşhisi

Eklem iltihabı belirtisi olan herkes hemen bir dok­tora görünmelidir. Doktor, hastasının belirtileri hakkında ona sorular sorarak, eklemleri ve vücudun kalp ve akciğerler gibi organlarını ayrıntılı bir biçimde in­celer ve hastalığa teşhis koyar. Teşhisi kesinleştir­mek için kan testlerine ve eklemlerin röntgen filmi­ne ihtiyaç duyulacaktır. Belirtilerin özelliklerine gö­re, bazen daha başka özel testlere de gerek duyula­bilir. Hastaların çoğu anemiktir (kan yetersizliği) ve yaklaşık yüzde 75'i kanlarında, çok değerli bir ipucu olan özel bir faktör —romatizmal faktör— taşır. Baş­ka bir test, ince, uzun ve dik bir tüpe yerleştirildiğin­de kanın hangi oranda çöktüğünü ifade eden "kan sedimantasyon oranı"dır. Testin tamamlanma süre­si olan bir saatin içinde, daha aktif olan arteritlerde tüpe daha fazla kan damlayacaktır. Röntgen filmleri minicik, her şeyi açığa vuran "çöküntüler", yani ilti­hap kapmış albüminli zarın zedelediği eklemlerdeki harap bölgeleri gösterebilir. Bazen doktor, şişmiş eklem bölgesine bir iğne batırarak elde ettiği sıvıyı, in­celenmek üzere laboratuvara göndermek isteyebilir.

Osteoarterit Arterit Nedir Bilgiler Artrit

Osteoarterit Hakkında Bilgiler

Arteritlerin en yaygını olan bu arterit türü dejeneratif (eklem tahribatına yol açan) ve vücuttaki bir ya da birden daha çok eklemi etkiyen bir hastalıktır. İnsanlarda da, hayvanlarda da görülür. Aslında bu arteritin varlığına ilişkin işaretler tarih öncesi insanın­da ve çok sayıda fosil kalıntısında da bulunmuştur.
Dünyanın çeşitli yerlerinde yapılan farklı araştır­malar, insanların yüzde 10'unun şurasında ya da burasında osteoarterit olduğunu göstermiştir. Ancak, hastalık oranı yaşla birlikte artar. Elli yaşın üstündeki insanların röntgen filmleri alınsaydı, bunların yüz­de 80'den fazlasının vücudunda bu arteritin yol açtığı değişiklikler görülürdü. Neyse ki, bunlardan yal­nızca yüzde yirmi beşi ağrılardan şikâyetçidir. Rönt­gen araştırmaları, yirmi yaş grubunda hastalık oranının yüzde 10 olduğunu göstermiştir. Hastalıktan gerçekten acı çekenlerin sayısının bu yaş grubunda da çok fazla olmadığını burada belirtelim.
Bütün yetişkinler hastalığa yakalanabilirler ama, hastalık belirtileri orta-yaşlı kadınlarda daha sık gö­rülür. Kuşkusuz çalışan kadınlarda daha yaygındır ve onları işten bile alıkoyar. Hastalığın üçüncü derece­de yaygın olduğu kesim ise çalışan erkeklerdir.

Eklemlerdeki değişiklikler

Bu hastalıkla ortaya çıkan anormal değişiklikler esas olarak kemiklerin uçlarını kaplayan mafsal kıkırdaklarını etkiler. Ortaya çıkan ilk işaret, bu kıkır­dağın belli ölçüde yumuşaması ve yüzeyinde, çıplak gözle görülemeyecek küçüklükte çatlakların oluşma­sıdır. Bu çatlaklar bir süre sonra daha da derinleşir ve eklem sıvısında bulunan enzimler mafsal kıkırda­ğının daha derindeki tabakalarını tahrip eder. Aynı za­manda, küçük kıkırdak parçaları eklem yüzeyine da­ğılır ve düz yüzey pürüzlü bir hale gelir. Yürüme sıra­sında, dizde olduğu gibi, iki pürüzlü yüzeyin birbiri­ne sürtünmesi mafsal kıkırdağının yıpranmasına ne­den olur; artık normal düzeni bozucu değişiklikler başlamıştır.

Kıkırdağın hemen altındaki kemik de tarhibattan kurtulamaz. Kemik, adeta daha kuvvetli bir hale gelmek için kalınlaşır ve yeni kemik genişleyerek ekle­min sınırlarına dayanır (osteophytes). Muhtemelen, tahrip olmuş yüzeyde bulunan sıkışmış sıvının yap­tığı basınç nedeniyle kemikte de delikler ve kistler oluşur. En kötüsü, mafsal kıkırdağının, hemen altın­da aynı hücuma maruz kalmış kemikle birlikte tama­men yıpranması durumudur. Bu durumda kemik uç­ları eklemlerin hareket etmesiyle birlikte birbirini ezer. Dolaylı olarak, çevrede bulunan tendonlar, vü­cut bağları ve kaslar da etkilenir ve zayıf düşer. So­nuç olarak eklemin bütün yapısı değişir ve şekli, kötü bir biçimde bozulabilir.

Osteoarterit Nedenleri

Muhtemelen birçok faktör işe karışmaktadır. Osteoarteritler genellikle iki büyük kategoriye ayrılır: "birincil" ve "ikincil". Birincil tipte normal bir eklem­de bozucu değişmelere yol açan ve nedenleri bilin­meyen bir arterit söz konusuyken, ikincil tipte, arte­ritin nedenleri bilinir.

Birincil tipte, arteritin kalıtımla geçme şansı de­ğişken, ama belirlidir. Bu genetik faktör, anneden çocuğa geçen bir gen olarak düşünülür ve erkek çocuk­tan çok kız çocuğa geçtiğine inanılır. Şekil bozuklu­ğuna varan eklem zedelenmesine yol açan ve kalıtım­la geçen birkaç başka hastalık daha vardır.


İkincil tipte, hastalığa yol açan en yaygın faktö­rün eklemlere yanlış ve aşırı bir biçimde yüklenme olduğu düşünülür. Böylece, doğum sırasında kalça eklemlerinde olduğu gibi bir eklem şekil bozukluğuna uğrar ya da kayarsa, "karşılaşma"nın mükemmel­liği ya da mafsal kıkırdak yüzeylerinin uyumu kaybo­lur ve osteoarterit gelişir. Benzer biçimde, bir eklem­de daha önce meydana gelmiş bir zedelenme de ikin­cil tipte arterite yol açabilir. Eğer bir kırık, uygun bi­çimde yerleştirilmezse, kemik kötü kaynar ve böyle­ce üzerine çok yük binen en yakındaki eklem, bir sü­re sonra osteoarterit üretir. Ancak, bu tür bir zede­lenme şiddetli olmayabilir; hastalık genellikle hafif ve düzenli aralıklarla seyreder. Anlaşılabileceği gibi, belli türden işlerde çalışan işçilerin eklemlerinde dejeneratif değişikliklerin gelişme olasılığı, bütün gün masalarında oturanlardan daha fazladır. Bu tür işler­de çalışanlara ve hastalıklarına örnek olarak, havalı pompayla çalışan beton delme işçilerinin dirseklerini, madencilerin dizlerini ve hamalların bellerini gös­terebiliriz. Belli tür sporlarla uğraşanlar bile risk al­tındadır. Obesite (aşırı şişmanlık) başka bir önemli faktördür ve özellikle ağır yük taşıyan kalça ve diz ek­lemlerinde olmak üzere, osteoarterit, zayıflardan çok şişmanlarda görülür.

Bütün bu faktörler, içinde ana hastalık nedeninin yattığı mafsal kıkırdağını etkiler. Araştırmacı bilim adamları mafsal kıkırdağının neden dejenere olduğu konusu üzerinde sıkı bir biçimde çalışmaktadırlar. Ör­neğin, mafsal kıkırdağının kimyasal yapısındaki kar­maşık değişikliklerin, onun böyle bir hastalığa yaka­lanma olasılığını artırdığı artık bilinmektedir. Son za­manlarda elde edilmiş birtakım kanıtlar da bazen maf­sal sıvısında ve kıkırdağında da bulunan bazı kalsi­yum tuzlarının osteoarterite yol açabileceğini göster­miştir.

Eklemlerde ortaya çıkan belirtiler

En sık görülen belirti, bir ya da daha çok sayıda eklemde hissedilen ağrı veya acıdır. Bu eklemleri ha­reket ettirmek zorlaşabilir ve eklemler esnekliklerini biraz yitirir. Belirtiler, orta yaşlı ya da yaşlı insanlar­da birkaç hafta ya da birkaç ay boyunca tedricen ge­lişir. Yaygın olarak duyulan bir şikâyet, soğuk ya da rutubetli havalarda ağrıların daha da artmasıdır. Ağ­rı, eklem yerinde oluşan herhangi bir yaralanmadan ve içi sıvıyla dolu bir şişmeden sonra da artar. Eklem­lerin aşırı kullanılması belirtileri daha da şiddetlen­dirir ve geceleri ağrı iyice rahatsız edici olabilir.

Hastalık belirtileri bazen belli türden burkulma ve yaralanmalardan sonra çok hızlı bir biçimde gelişir. Başlangıçta çok bariz olan ağrı ve tutulmalar, dinlen­me ve tedaviyle geçer. Fakat hastalık nasıl başlarsa başlasın, belirtiler hep değişir; bazen azalır bazen de artar. Her hastanın "iyi" ve "kötü" günleri vardır.
Sakatlık pek görülmez ama, uzun süren vakalar­da kas zayıflaması ve eklem deformasyonu ciddi bir problem olabilir. Sonuç ne olursa olsun, osteoarteritin eklemlerle ilgili bir hastalık olduğunu ve genel bir halsizlik hissine, ateşlenmeye, iştahsızlığa ya da kilo kaybına yol açmadığının bilinmesi önemlidir. Bu anlamda osteoarterit, örneğin, vücudun tümünün ağ­rılardan musdarip olduğu romatizmal arteritten bü­tünüyle farklıdır.

Sıkça etkilenen eklemler

Hastalıktan daha çok hangi eklemlerin etkilene­ceği, büyük ölçüde yukarda tartıştığımız nedenlere bağlıdır. Özellikle kadınlarda olmak üzere ellerde kü­çük kemiksi şişkinlikler ortaya çıkabilir. Ellerin uç ek­lemlerinin üstünde (Heberden düğümü) ve parmak­ların orta eklemlerinde görünen bu şişkinlikler elleri yumru yumru yapar. Başparmağın alt kısmı da etki­lenerek karemsi bir biçim alabilir. Parmaklar sertle­şir ve elle çalışmak acı duymaya yol açabilir. Akut be­lirtilerde seyrek olarak görülen kızarıklık ve şişme, bu eklemlerde iltihap bulunduğunun göstergesi olabi­lir. Korkulduğunun tersine, böyle bir durumda elleri­nizi kullanmaya devam edebilir, örneğin örgü örebilir ve dantel işleyebilirsiniz. Birincil tipteki bu osteo­arterit, göğüs ve kürek kemikleriyle birlikte köprücük kemiğine yerleşmiş eklemlerde, dizlerde, baş par­maklarda ve boyun ve sırttaki küçük eklemlerde de ortaya çıkabilir.

Diz ve kalçalardaki arterit, yürürken ya da merdi­ven çıkarken karşılaşılan güçlüklerin nedenidir çoğunlukla. Her iki eklemin de ağır yükler taşımak zorunda olduğu düşünülürse, çok şişman insanların za­yıflara oranla daha fazla ağrı hissettiklerini öğrenmek şaşırtıcı olmaz. Hasta, gençse, başka nedenlerle or­taya çıkmış ikincil bir arteritin varlığı düşünülebilir. Dizde ortaya çıkan arteritte uyluk kasları bir süre son­ra zayıflar, bunun sonucunda diz eklemini düz tutmak zorlaşır ve şişkinlik görülür. Dizin arka kısmında kistler oluşabilir. İlerlemiş vakalarda dizdeki yumul­ma çok seyrek olarak ya dışa doğru (yamuk bacak), ya da içe doğru bir çıkıntı (çarpık bacak) halini alabi­lir. Özellikle gençlerde ve atletik yapılı yetişkinlerde olmak üzere, yalnızca dizkapağının arka kısmının et­kilendiği de olur.

Kalçanın hastalanması durumunda, kalçadan ge­çen sinir dizden de geçtiği için, sinirin uyarılması, yalnızca kalça bölgesinde değil, dizde de ağrıya yol açar. Böyle durumlarda yürüme sarsaklasın Yine, kalça kasları zayıfladığı için kalça kemiğini düzgün tutmak ve bacakları ayırmak mümkün olmaz. Bunu, daha şid­detli vakalarda bacağın kısalması izler. Bu şekil bo­zukluğu, yürürken sırt ağrısı yapan sırt eğilmesine de yol açar.

Osteoarterit sık sık ayaklarda, özellikle de başpar­mak eklemlerinde görülür. Bu eklemler vücuttaki diğer eklemlerden daha çok yük taşır. Bunyonları he­men hemen herkes bilir. Bunyonların yol açtığı ağrı ve şişkinliklerin nedeni genellikle dar ayakkabılar, da­ha çok da yüksek topuklu olanlarıdır. Ne yazık ki, genç kızlar, modaya uygun, ama hastalığa da uygun ayakkabıları tercih ederek, sonraki yılların bozuk bi­çimli, sıkıntı kaynağı ayakları için ilk girişimleri yap­mış olurlar.

Bu konu, boyun ve sırt ağrıları hakkında da bir ha­tırlatma yapmadan tamamlanmış sayılmaz. Hayatının şu ya da bu döneminde bu ağrıları hiç tanımadan ya­şayan çok az insan vardır çünkü. Bu ağrıların pek çok nedeni vardır ama, en yaygın olanı, vertebralardaki (belkemiği kemikleri) küçük eklemlerde ve disklerde (vertebralar arasındaki yuvarlak, yassı yastıkçıklar) oluşan dejeneratif değişmelerdir. Osteoarteritin, belkemiğinde görülen bu özel türüne spondylosis denir. Kol ve bacaklardaki karıncalanmayla birlikte ortaya çıkan şiddetli ağrılar ve hareketliliğin azalmasının nedeni, boyun ya da sırttaki bir diskin "kayması" ola­bilir. Diskin sinirlere yaptığı baskı kol ya da bacakta­ki kasların zayıflamasına ve acı duyulmasına yol açar. Kuşkusuz böyle bir durum genç bir insanda ve spondylosise bağlı olmadan da ortaya çıkabilir. Müzmin va­kalarda, özellikle de yaşlılarda boyun ve sırt, esnek­liğini bir ölçüde yitirir ve hastaların hareket yetenek­leri azalır.

Doktor teşhisi

Doktor, hastanın anlattığı belirtileri ve açıkça gö­rülen diğer ayrıntıları not ettikten sonra, rahatsızlı­ğa yol açan eklemi ya da duruma göre eklemleri muayene etmek isteyecektir. Bu, ele alınan eklemde ke­miksi şişkinliklerin bulunması, eklemler hareket et­tirildiğinde duyulan tipik gıcırtılı sesin duyulması gibi öbür ipuçlarıyla birlikte teşhisi güçlendirecektir. Sırt ve boyun ağrısı olan hastalarda duyumları, kas gü­cünü ve özel bir "çekiç" kullanarak kol ve bacak ref­lekslerini ölçmek gerekli olabilir. Vücudun diğer böl­geleri osteoarteritten etkilenmez.

Özel testler içinde en yararlısı, teşhisi tamamla­yacak olan röntgen filmidir. Röntgen filmi, hastalı­ğın bütün belirtilerini ortaya çıkaramasa da, eklemin hasar görmüş bölgesini tetkik etmede yararlı bir yoldur. Test için kan almak da normal yollardan biridir. Eğer bunlar ve eklem sıvısının incelenmesi gibi öbür laboratuvar testleri istenmişse, bunun nedeni, dok­torun, elde ettiği belirtilere başka hastalıkların yol aç­madığından emin olmak istemesidir.

Gut Damla Hastaligi Hastalik Nedir

Gut Hastalığı Nedir, Damla Hastalığı

Gut Hastalık, Yunan ve Roma döneminden beri bilinen bir arterittir. Daha çok, yaşı 40'ın üstündeki erkekleri et­kiler ve menopoza girenler hariç, kadınlarda pek görülmez.

Gut (Damla) Hastalığı Nedenleri

Gutun nedeni, eklemlere, deri ve böbreklere yer­leşen ürik asit zerrecikleridir. Ürik asit, vücuttaki kim­yasal süreçlerin ürettiği artıklardan biridir. Bu has­talığın kurbanları, vücutlarında daha fazla ürik asit oluşturdukları ve buna karşılık, böbreklerden, vücut dışına atılmak üzere idrarlarına daha az ürik asit geçirdikleri için kanlarında normalin üzerinde ürik asit taşırlar. Bu ürik asit kanda normal olarak çözülme­den kalır. Ama, belli koşullar altında, kanda çok faz­la ürik asit birikince, iğne-biçimli ürik asit zerrecik­leri eklemlerde toplanır ki, bu da gut nöbetine dave­tiye çıkarmak demektir.

Gutun kalıtımsal olabileceği, uzun bir zamandır kabul edilmektedir. Belli ırklar, örneğin Yeni Zelanda'daki Maoriler ve öbür Polinezyen ırklar gut hasta­lığına eğilimlidir. Vücutlarındaki bazı kimyasal olu­şumların eksikliği yüzünden bu insanlar, kalıtımsal olarak ürik asit oranı yüksek bir kan taşıyabilirler ve bununla birleşen birçok faktör gut hastalığına yol açabilir. Bu faktörlere örnek olarak bir eklemin yara­lanmasını, bir ameliyatı ve "idrar söktürücüler"i (vücuttaki fazla suyu atmak için kullanılan su-pilleri) gös­terebiliriz. Yaygın inancın tersine, perhiz ve normal ölçülerle alkol içme gutta önemli faktörler değildir. Ne var ki, vücudun ürik asite dönüştürdüğü "pürinler" bakımından zengin olan karaciğer, böbrek, et suları, sardalya, balık yumurtası (havyar dahil) gibi yiyecek­lerle, porto şarabı, burgonya şarabı ve öbür kırmızı şaraplar gibi belirli yiyecekler gutu geliştiren faktör­ler olabilir.

Gut (Damla) Hastalığı Belirtileri

Bir gut nöbeti sırasında, gut vakalarının yüzde 75'inde etkiye maruz kalan ayak başparmağı birkaç saat içinde hassaslaşır, şişer, ateşlenir ve ağrı ver­meye başlar. Acı çeken hasta, gece yatağına neşeli bir şekilde yattığı halde sabahın erken saatlerinde ge­len ağrıyla uyanmak zorunda kalır. Diz ve bilek gibi eklemler de aynı biçimde etkilenebilir. Hatta bazen, birkaç eklemin aynı anda hastalığa yakalandığı da olur. Tedavi dışında tutulursa, akut gut nöbeti ancak birkaç haftada yatışır.

Yeni nöbet, birkaç hafta ya da birkaç ay sonra or­taya çıkabilir. Bu aralar, hastalık tedavi edilmezse daha da kısalır. Arterit, eklemi yavaş yavaş tahrip eder. Bu, müzmin bir gut türüdür; "damlalar", ya da ürik asit zerreciklerinden oluşan kalsiyum birikintileri ek­lemde kalır ve hatta derinin altına, tipik olarak da ku­lak memesine yerleşir.

Gut Hastalık, önemli başka bir komplikasyonu, içlerin­de ürik asit ihtiva eden böbrek taşlarıdır. Bu, mide­de çok şiddetli "sancılanma"lara yol açabilir. Bazıları bunları taş ya da kum halinde idrarlarına geçirir. Müzmin durumlarda doğrudan doğruya böbreğin kendi­si yaralanır ve bazen görevlerini hakkıyla yapamaz. İçinde ciddi tehlike potansiyeli taşıyan bir durumda, normal olarak böbreklerin yok ettiği zehirli artıklar kanda toplanmaya başlar.

Gut Damla Hastalığı Tedavisi

Gut hastalığı antibiyotiklerle iyileştirilemese bi­le, gerek akut durumdaki belirtilerin, gerekse de da­ha sonra gelecek nöbetlerin şiddetini azaltacağı için, ilaçla tedavi yararlıdır. Doktor, tedaviye başlamadan önce kandaki ürik asit miktarını ölçmek için kan tes­ti isteyebilir. Bazı hastalar için röntgen testi ve eklem sıvısında ürik asit zerrecikleri arama testi de yapılabilir.

Akut nöbetlerde geleneksel olarak colchicine adı verilen bir ilaç kullanılır. Colchicine her ne kadar et­kili bir ilaçsa da, mide yanmaları, kusma gibi yan etkileri de vardır. Bu nedenle, yerini, doktorların önerecekleri uygun dozlarla kullanılmaları gereken in-domethacin ve phenylbutazone gibi ilaçlara bırakmıştır. Bu ilaçlar bir-iki gün içinde iltihabı kontrol altına alır ve ağrıları azaltır. Kısa bir süre için kullanıldıkla­rı takdirde hazımsızlık gibi yan etkiler önemli değil­dir. Kendisinde gut hastalığı olduğunu bilen bir kişinin yanında bu ilaçlardan bulundurması ve belir­tilerin ilk yoklamasında kullanması iyi olur.
Nöbetler çok sık geliyorsa ve eklemler guttan ötü­rü tahrip olmuşsa, bunun anlamı, damlaların ya da kandaki ürik asit miktarının çok arttığıdır ki, bu aşamada yukarıdaki ilaçlar yetersiz kalır. Doktor, böbrek­lerin fazla ürik asiti vücuttan atabilmesinde yardımcı olacak bir hap içmenize karar verebilir. Daha açık söy­lersek, bu hap, kandaki ürik asit miktarını aşağı çe­kerek yeni bir gut nöbeti olasılığını azaltır. Başarılı bir tedavi için bu ilaçların düzenli bir biçimde ye ömür boyu kullanılmaları gerekmektedir.

Daha yeni ve daha iyi bir ilaç, yalnızca önemsiz sayılacak yan etkileri olan allopurinol'dur. Bu ilaç, gutun tedavisinde bir bakıma devrim yaratmıştır ve vücudun ürik asit oluşturmasını gerçekten önler. İlaç, yukarda belirtilen durumlar dışında, böbreklerden ge­çen ürik asit akışını azalttığı için, özellikle böbrekle­ri taş üretmeye eğilimli hastalar açısından çok yararlıdır. Kandaki ürik asit düzeyini etkili bir biçim­de azaltan ve eklemlerle başka yerlerde ürik asit zerreciklerinin birikmesini engelleyen Allopurinol, bir gut nöbeti sırasında ortaya çıkan belirtiler üzerinde hiçbir etki yapmaz. Bu ilaçla tedavi düzenli olmalı ve ömürboyu sürdürülmelidir. Özellikle akut gut nöbet­lerinden sonraki ilk haftalar içinde meydana gelen ağ­rı ve şişmeyi durdurmak için —biri allopurinol, diğeri küçük dozlarda colchicine ya da indomethacin gibi bir ilaç olmak üzere— iki ilaç birden salık verilir.

İlaçla tedavi artık çok etkili olduğundan hastayı sıkı bir diyet içinde tutmak, ya da başka önlemler almak pek önemli değildir. Gene de, hastalar aşırı mik­tarlardaki alkolden ve purinler bakımından zengin olan yiyeceklerden kaçınırlarsa akıllılık etmiş olurlar. Aşırı şişmanların zayıflamaları gerekmektedir. Dok­torların bunlara bol miktarda sıvı besin önermeleri iyi olur. Nihayet, idrar söktürücüler (su-pilleri) ya da aspi­rin gibi ilaçlar kandaki ürik asit miktarını artıracakla­rı için, mümkünse bunlardan kaçınılmalıdır. Bugün, uygun bir tıbbi gözetim altındaki gutlu kişi, bu saye­de daha büyük acılardan ve sakatlanmalardan uzak tutulabilir.

Anklioz Ankylosing Spondylitis Nedir

Anklioz'a yol açan spondylitis, Ankylosing Spondylitis

Anlaşılması görünüşte güç olan bu terim, bel kemiklerindeki (vertebralardaki) eklemlerle oluşan ilti­hap ve arteritleri anlatmak için kullanılır. İltihaplanan vertebralar sertleşip, katılaşır ve birbirleriyle birleşir (anklylosis). Eskiden sanıldığının tersine, hiç de sey­rek olmayan bu hastalığa erkeklerin yakalanma ora­nı kadınlardan beş kat daha fazladır. Hastalık tipik bir biçimde 20'li yaşlardaki genç erkeklerde başlar.

Anklioza Yol Açan Nedenler (Ankylosan Spondylitis)

Hastalığın nedenleri pek bilinmese de, araştırma­lar, kalıtım faktörünün çok önemli olduğunu göster­mektedir. "HLA-B27" adı verilen gen ya da jenetik işaret, son zamanlarda yapılan araştırmalara katılan hastaların yüzde 90'ında bulunmuştur. Bu, yalnızca B27 geni taşıyan birinin spondylitis geliştirme olasılığının ortalamaya göre daha yüksek olduğu anla­mına gelmez, aynı zamanda, bu kişinin akrabalarının vücutlarında da hastalık taşıyan genlerin yaygın ol­duğunu gösterir. Ancak, bu kişilerde hastalığa neyin yol açtığı anlaşılamamıştır. Araştırmacılar, arterite, bir enfeksiyonun neden olma olasılığı üzerinde ça­lışmaktadırlar.

Belirtiler

Birçok durumda görülen ilk belirti, yavaş yavaş gelişen bir ağrı ve özellikle sabahları yataktan kalkın­ca daha bariz bir şekilde hissedilen bel tutulmasıdır. Bu belirtiler kalçada ve uyluk kemiğinin arka kısmın­da da hissedilebilir. Sırttaki ağrının nedeni, belin alt kısmıyla (kuyruksokumu) kalça kemikleri arasında kalan yer olan sacroiliac'taki eklemlerin iltihaplanma­sıdır. Bu iltihap yavaş yavaş belkemiğine yayılır, bel, sırt ve boyun tutulabilir. Belkemiğinin öne doğru eğil­mesi yüzünden, arkaya doğru yapılan bel ve sırt ha­reketleri sınırlanır ve yavaş yavaş gelişen kamburum­su bir duruş edinilir. Daha kötü durumlarda boyun da eğilir. Kaburga kemikleri ve vertebralar adasındaki ek­lemlerin iltihaplanması nedeniyle nefes alıp verme zorlaşır.

Bu arteritten omuzlar, kalçalar ve dizler etkilene­bilir, hatta hastalığın ilk belirtileri bazen bu bölgeler­deki ağrılar olabilir. Nadir olarak el ve ayaklardaki kü­çük eklemlerin de etkilendiği görülür. Romatizmal ağ­rılar vücudun her tarafındaki yumuşak dokularda, ör­neğin göğüste ve topuklarda görülebilir. Spondylitisin müzmin bir durum olmasına karşın, normal seyri çok ağırdır ve yıllarca hareketsiz kalır. Bazı hastalar, yalnızca arada bir ağrı hisseder ki, o da pek şiddetli değildir. Diğer hastalar periyodik olarak ağrılı dönem­ler yaşar ama ağrılar bir süre sonra azalır. Birçoğun­da sırtın üst kısımları, boyun ve diğer eklemler hiç­bir zaman etkilenmez. Yalnızca çok az insanda eklem­lerin birleşmesiyle belkemiği esnekliğini bütünüyle yitirir ve kalça sakatlıkları görülür.

Şimdi sayacaklarımızdan birincisi dışında, tümü çok seyrek olarak gerçekleşen komplikasyonlar da ortaya çıkabilir. Bunlar, göz iltihaplanması, sızıntılı kalp kapakçıkları, kalbin yeterli hızda çalışamaması, akciğerlerin iltihaplanması ve bükülmez hale gelmiş belkemiğinin kırılmasıdır. Bazen, anklioza yol açan spondylitis belirtilerine benzer belirtiler, yaygın bir deri hastalığı olan sedef ve bir barsak iltihabı olan kolit gibi başka hastalıkları olan kişilerde de görülür.

Tedavi

Doktor, teşhisini sacro-iliac eklemlerinin ve ge­nellikle aynı tipik değişiklikleri gösteren belkemiği­nin röntgen filmini inceleyerek tamamlar. B27 işare­tinin durumunu belirlemek ve hastalığın, tedaviye başlamadan önce ne ölçüde aktif olduğunu anlaya­bilmek için kan testi de yaptırabilir. Doktor, hastası­nın hareketliliğini korumak ve mümkün olduğu kadar aktif bir hayat sürmesi için onu cesaretlendirecek-tir. Dinlenme, eklemlerdeki katılaşmayı artıracak, bir­birlerine kaynamalarına yol açacaktır; ama çok gere­kiyorsa, süresi kısa tutulmalıdır.

Fizyoterapi ve yüzme, tutulmayı gevşetmede ya­rarlı olur. Terapist, özellikle nefes alma ve bel alış­tırmaları konusunda olmak üzere, hastasının düzen­li bir ev alıştırmaları programı uygulaması için gerekli olan bilgileri verecektir. Otururken, ayakta dururken ve yürürken uygulanacak pozisyonlar önemlidir; sert bir yatak, uygun pozisyonda uyuyabilmesi için has­taya yardımcı olur. Bu sıradan önlemlerin, belkemi­ğini ve eklemleri şekil bozulmalarından koruduğu ya da kötüleşmesini engellediği konusunda kanıtlar vardır.

Hastalığın aktif olduğu dönemlerde, özellikle diz ya da kalçada ağrı ve şişkinlik varsa, doktor, kısa sü­reli bir yatak istirahati önerebilir. Ağrı ve iltihaplan­mayı azaltmak için ayrıca bazı ilaçlar da verecektir. Aspirin tipi ilaçlar, gerekli görüldüğü zaman kullanı­labilir. Bunun gibi, phenylbutazone ve indomethacin gibi ilaçlar da gerek akut, gerekse müzmin belirtileri kontrol altına almada çok etkilidir. Mide ve kemik ilik­leri üzerinde potansiyel yan etkiler taşımalarından ötürü, bu ilaçlar sürekli doktor gözetiminde kullanıl­malıdır.


Cerrahi müdahaleye, zedelenmiş bir eklemi, diye­lim kalça eklemlerinden birini metal ya da plastik bir eklemle değiştirmek gerektiği zaman ve seyrek ola­rak başvurulur. Bu ameliyatların sonuçları çok başa­rılıdır. Ameliyata, gene seyrek olarak kötü bir şekil­de eğilmiş belkemiğini düzeltmek için de başvurula­bilir ama bu tür ameliyatların riskten uzak olmadığı bilinmelidir. Hastaların çoğu, bu tür müdahalelere ge­reksinim duymadan ömrünün sonuna kadar rahat bir hayat sürdürebilir.

Cocuklarda Arterit Yetiskinlerde Tedavisi

Çocuklarda Arterit

Çocuklar, osteoarterit hariç, yetişkinleri etkileyen arteritlerin çoğuna karşı hassastırlar. Örnek olarak, mikroplu bir eklemin oluşmasına yol açabilecek bir enfeksiyonla ortaya çıkan ve antibiyotiklerle tedavi edilebilen bir arterit biçimleriyle; kızamıkçık, kabaku­lak ve öpüşme hastalığı virüsleriyle karışık olarak or­taya çıkan arterit biçimlerini sayabiliriz. Böyle durum­larda arterit geçicidir ve eklemlerde hiçbir iz bırakmaz

Gençlerde, Yetişkinlerde Meydana Gelen Arterit

Adından da anlaşılabileceği gibi bu tip arteritler çocuklarda (16 yaşından küçüklerde) görülür ve uzun süre devam eder. Nedenleri bilinmemektedir. Ancak, daha önce ilgili bölümlerde tartıştığımız faktörler bu­rada da geçerlidir.

Stili hastalığı: Çocuk arteritlerinin çoğu (yüzde 70'i) bu gruba girer. Bu hastalık, adını, arteriti ilk kez 1897'de keşfeden, Londra'daki King's College Has­tanesi fizikçilerinden Dr. George Frederick Stilin adından alır. Özellikle 0-5 yaş çocuklarında olmak üzere, erkeklerden çok kızlarda görülür. Hastalığın en yaygın belirtisi, bir ya da daha fazla eklemde hisse­dilen rahatsızlıktır. Erken bir belirti olarak çocukta "topallama" ya da "kolunu hareket ettirmekte isteksizlik" görülebilir. Ağrıyan eklemlerde yanma, tu­tulma ve şişme olur. Çocuk, kısa bir süre içinde kötüleşir ve oynamayı bırakır. Bazı durumlarda, eklem­deki ağrıyla birlikte yüksek ateş, isilik ve guddeler­de, karaciğer ve dalakta şişme görülür. Kalbi kapla­yan dış zarın (perikard) iltihaplandığı durumlarda ço­cuk çok büyük rahatsızlık duyabilir. En korkulan komplikasyon, doğrudan- doğruya kör olmaya götü­receği için göz iltihaplanmasıdır (iritis). Küçük çocuk­lar görme bozukluklarını fark edemeyebilir ya da bu konuda şikâyetçi olmayabilirler. Bu nedenle, iltihap tespiti durumunda mümkün olduğu kadar erken te­davi ettirebilmek amacıyla küçük çocukları düzenli olarak göz muayenesinden geçirmek gerekir.

Arterit zaman zaman aktif duruma geçtiğinden, çocukların çoğu (yüzde 80'i) normal bir yaşam sürer. Küçük bir kısmı normal boylarına erişemez, bir kıs­mında da eklem deformasyonları kalır geriye. Çeli­şik gibi görülebilir ama, hastalıkları akut belirtilerle ortaya çıkan çocuklar arteriti genellikle hastalıkları yavaş gelişen çocuklardan daha az tahribatla geçiştirirler.

Gençlerde romatizmal arterit: Bu, kuş­kusuz, yetişkinlerdeki romatizmal arterite benzer. Bu hastalık da gene, erkek Çocuklardan çok kız çocuk­larda ve genellikle 12—15 yaşları arasında görülür. Yeniyetmelerde görülen müzmin arteritlerin yüzde 15'i romatizmal arterittir. Bu konuya daha ayrıntılı bir yaklaşım için "romatizmal arterit" başlıklı bölüme ba­kabilirsiniz.


Anklioza yol açan spondylitis: Daha çok dokuz ve on iki yaşları arasında görülen bu hastalığın özellik­leri, gene, yukarda anlatıldığı gibidir. Bu arterite ya­kalanan çocukların sayısı, tüm müzmin arteritti ço­cukların yüzde 15'ine ulaşır.

Gençlerdeki Arteritlerin Tedavisi

Doktor, fiziksel görünüş kontrolü, kan ve röntgen testlerinden sonra, ağrıyı hafifletmek ve iltihabı kont­rol altına almak için gerekli ilaçları, verecektir. İlaç, eritilebilir aspirin ya da benzeri olabileceği gibi, in-domethacin gibi başka ilaçların çocuklar için uygun dozları da olabilir. Hastanın durumuna ve gelişen komplikasyonlara göre başka tedaviler de uygulana­bilir. Çocukların çok azında şekli bozulmuş eklemle­ri düzeltmek için sonraki yaşlarda ameliyata gerek görülebilir.

Çocuğun çok hasta olduğu durumlarda yatak istirahati şarttır. Hastalıktan etkilenmiş eklemleri şe­kil bozukluklarından korumak için, bu eklemleri destekleyecek bir tahta da gerekli olabilir. Eklemleri ha-raketli, kasları güçlü tutmak için duruma uygun fizik-tedavi uygulamaları da çok önemlidir. Ilık bir havuz­da uygulanan su tedavisi hasta çocuk için çok rahatlatıcı olabilir. Bu tür uygulamalar donanımı iyi has­tanelerde yapılmalıdır.

Ana-babaların çocuklarını, mümkün olduğu kadar normal bir yaşam sürme konusunda yüreklendirme­leri çok önemlidir. Hastanede geçirilen dönemin eği­timle dengelenmesi gerekir. Hatta, gerekliyse, çocuk özel bir okulda eğitilmelidir. Özellikle arteritin aktif olduğu durumlarda futbol gibi tehlikeli sporlardan yüzme gibi daha sakin faaliyetlere geçilmesi gereke­bilir. Çocuk normal, dengeli bir birey olarak gelişe­bileceği çevrede büyümelidir.